‘Yeşil Dünya’ için kırmızı alarm

Küresel ve bölgesel jeopolitik gerginlikler insanlık adına utanç ve acı verici tabloları, uluslararası hukuku tanımaz bir vahşeti, soykırımları gündemin tepesinde tutarken, yeryüzünün geleceğini konuşmaya gayret etmek hayli zor. Çünkü, insanlık ve uygarlık bu derece ağır bir gözü dönmüşlük ile karşı karşıya iken, çevre ve iklim başlıklarında artan tehditleri algılamak giderek zorlaşıyor. Ancak, kutupların ve Grönland’ın erime sürecinin hız kazandığı, okyanusların şimdiden 1 metreye yakın yükseldiği, her gün Ülkemiz ve dünyanın her hangi bir noktasında son 100 yılda görülmedik ölçüde ağır doğal afetlerle karşı karşıya kaldığımız bir ortamda, yeryüzü yaşınabilir bir yer olmaktan çıkmazdan önce, küresel iklim krizini durduracak tedbirler için çabalar hızlanmış durumda. Bu çabaların kritik bir sacayağı da temiz ve yenilenebilir enerji.

Ancak, daha ‘yeşil’ bir dünya için ortaya koyan çabaların önemli bir tehditle karşı karşıya olduğunun da farkında olmamız lazım. Çünkü, yeşil dönüşüm ve dijital dönüşüm için vazgeçilmez bir girdi haline gelen kritik mineraller ve madenlerle ilgili tedarik süreci giderek daha karmaşık hal almış durumda. Atlantik Ülkeleri Çin’in kritik minerallerdeki hakimiyetini ve kritik minerallerin Latin Amerika, Afrika ve Asya‘da ağırlıklı olarak Küresel Güney ülkelerinin kontrolünde ve tedariğinde olmasından artan bir endişe duymaktalar. 2040 yılına kadar, dünya genelinde gerçekleştirilecek yenilenebilir enerji yatırımları için kritik mineral talebinin 4 ile 6 kat arasında, lityuma talebin ise en az 5 kat artması beklenmekte. Dolayısı ile, kritik minerallere erişim bir ‘enerji güvenliği’ meselesine de dönüşmüş durumda.

Demokratik Kongo Cumhuriyeti tek başına kobaltın yüzde 70‘ini üretiyor. Endonezya ise nikelin yüzde 50‘sini. Küresel ölçekte lityumun yüzde 48‘ini Avustralya, yüzde 24‘ünü ise Şili üretiyor. Ancak, dünya genelinde üretilen madenleri yeşil dönüşüm ve dijital dönüşüm için kullanılır hale getirecek üretim ve proses kapasitesinin farklı madenlere (nikel, kobalt, lityum, nadir elementler) göre yüzde 50’si ile yüzde 90’ı Çin’in kontrolünde. Çin grafitin yüzde 77‘sini, nadir toprak elementlerinin ise yüzde 69‘unu tek başına üretiyor. Çin 2021’e kadar 200 gigabit pil üretiminin tek başına 148 gigabitlik bölümünü gercekleştmişti. 2029’a kadar ise 101 gigabitlik daha üretim yapması beklenmekte. Çin’in bu performansı ile, elektrikli araçlar, pil ve yenilenebilir enerji teknolojilerinde, ekipmanlarında tartışılmaz bir üstünlüğü söz konusu.

Bu durum, Atlantik İttifakı’nı yenilenebilir enerji teknolojileri ve kritik minerallerde yeni işbirliğini arayışlarına da yoğunlaştırmış durumda. Bu nedenle, Atlantik Ülkeleri var güçleriyle Afrika, Latin Amerika, Avrasya ve Güney Doğu Asya’da ‘daha dayanıklı’ ve işbirliği odaklı kritik mineraller arzı ve tedariği çalışmalarını hızlandırmış durumdalar. Bu noktada, dünyada üretici ülkeler olarak, madenlerin önemli bir kısmına hakim ülkeler olarak öne çıkan ekonomilerle, çevreye duyarlı ve sorumlu madencilik çalışmalarına yönelik çabaları da yoğunlaştırmış durumdalar. Bu nedenle, OECD‘den de küresel ölçekte kritik mineraller üretimi ve madencilik çalışmaları için çevre ve iklim odaklı yeni standartlar belirlemesi konusunda da talepler artmış durumda. Küresel Güney ile Küresel Kuzey arasında ‘yeşil’ bir dünya için işbirliği kritik önemde. Aksi durumda, yeryüzü için ‘kırmızı alarm’ durumunda olduğumuzu bir kez daha hatırlatmak isterim.

Yorum yapın