Yaradılış gayesine dönüş için ruh ve fikir imarı

Ömer Emre Akcebe Baran Haber’de yazdı: Bizim yeniden doğuşumuz, Rönesansımız ise ruhun intikamı olacak. Ruhundan arındırılmış ve madde planına prangalanarak teknoloji vasıtasıyla eşya ve hadiseler karşısında mahkûm edilmiş akıldan, ruhun intikamı! Her şeyi teshir edecek, tam bir madde hakimiyeti kuracak ve bunun içli dışlı dünya görüşünü de İslâm’a bağlı, en kemalli şekilde tesbit ve tanzim edecek, hadisata da derinliğine ve genişliğine nüfuz edeceğiz!
İnkılâp kelimesinin mânâsı, muhtemeldir ki materyalistlerin bunun yerine devirmek, yıkmak anlamına gelen “devrim” kelimesini ikame etmeye kalkması ve zaman içinde bu dilin gitgide yerleşmesi dolayısıyla bir türlü anlaşılmıyor. Bu sebeble de inkılâp dendiği zaman akla hemen devletin ve kamu düzenini sağlayan müesseselerin yıkılması, ortamın anarşiye boğulması, sonra da bu kargaşadan kemiyet, para, silah yahut irade bakımından güçlü olanın kendi düzenini ihdas etmesi gibi şeyler geliyor.

Komünistlerin jargonundaki “devrim” kelimesi bu gibi vaziyetleri davet edici mânâda kullanılıyor olabilir; fakat İslâm inkılâbından bahsedildiği vakit ne kast edildiğinin anlaşılması için asr-ı saadet devrine bakılması icap eder. O devre bakıldığında görülecektir ki, İslâm’ın meydana getirdiği inkılâbın esas hedefi şekiller değil, o şekillere ruhunu veren insan ve toplumdur. İslâm inkılâbı, yeni bir insan ve toplum imar etmiştir. Asr-ı saadet devrinden beri de muhatabını, yâni inananı yeni bir insan ve toplum olmaya davet eder.

Üstad Necip Fazıl bununla alâkalı olarak şöyle der:

– “Arap plâstik bir dünyanın adamıydı. Plâstik deyince bu devirde bir takım naylon eşya, şu, bu geliyor hatıra… Plâstik, Garb tabiriyle eşyanın dış kabartmasıdır. (Plastisite)… Dış plana sarkmıştır o günkü Arabın ruhu… O soluk eser esmez, o ruh o kadar inceliyor ki, böyle, kan sarhoşu Arap su kenarında ağlayan bir ceylân gibi boynunu büküyor. Derinleşiyor.

İnkılâp, bu… İnsanı yeniden imâl eden bir inkılâp!.. Mutlak inkılâp…”

Allah Resulü’nün gelişi üzerinden bu kadar sene geçti. İnsanlık bir hak, bir batıl taraf arasında pinpon topu gibi sekip dururken, bilhassa İkinci Dünya Savaşı’ndan bugüne dek plastisite sahasından çıkıp da bir türlü diğer tarafa kendisini atamadı.

Eşyanın dış kabartması deyince hatırımıza yalnız heykeller yahut mekânda hacim işgâl eden şeyler gelmesin, teknolojik cihazlardan olan telefon ve bilgisayar ile bunlarda kullanılan yazılımlar ve diğer donanımlar, şu ve bu gibi alet edevat da aslında bu bakımdan eşyanın dış yüz kabartması mevkiindedir. Bu mevkiin müntehasında ise putlar vardır. Dün Eski Mısır, Çin, Yunan, Roma ve Arab nasıl ki kendisini plastik bir dünyaya teslim etmişse, bugün bütün bir insanlık kendisini “teknoplastik” – “teknoplastisite” diye tanımlayabileceğimiz bir dünyaya teslim etmiş bulunmaktadır.

Ve tabiî ki ruhî olmayan her şeyi satın alabilen paranın, plastik dünyadaki karşı konulamaz “mutlak” hakimiyeti başlı başına ayrı bir yazı meselesidir.

Şimdi bir küfür yobazının çıkıp da “siz teknolojiye mi karşısınız?” yahut bir din yobazının çıkıp da “evet, biz de teknolojiye karşıyız” demesine fırsat vermemek adına şu hususu da ilâve edelim. Teknik ve teknoloji planında elde edilen bütün verimler ile bunun dışında kalan eşya ve mekâna dair unsurlar, vasıta olmaktan çıkıp kendi başına bir ideal hâline dönüştüğü vakit sorun başlar. Oysaki tüm bunlar gaye olmaktan çıkıp da bir gayenin vasıtası hâline dönüştüğü nispette kıymet kazanırsa, orada idealizm başlar.

İlmî çalışmalarda eşya ve hadiselerin hakikatini araştırmakla, eşya ve hadiselerin hikmetini kurcalamak arasındaki fark gibi…

Biz Müslüman olduğumuza göre, İslâm’ı hâkim kılmanın ve Müslümanca yaşamanın rejimine erişmek hedefi istikametinde tüm bunların elbette ki yeri ve kıymeti vardır; fakat bunların hiçbiri bizim için gaye değildir. Tıpkı hedefin para olmasıyla, paranın başka bir hedefin vasıtası olarak kıymet bulması arasındaki fark gibi…

Esasında yaşanan tüm bu gerilimlerin arkasındaki esas saik, bir varoluş meselesine dayanıyor. Allah diyor ki:

– “Ben insanı eşya ve hadiselere hâkim olması, onları teshir etmesi için kendime halife olarak yarattım.”

İnsanoğlu, Allah’ın yaratırken kendisine biçtiği gayeden ne zaman şaşsa, kendisini cafcaflı bir plastik dünyanın kucağında bulmuş, eşya ve hadiseleri teshir etmek yerine, eşya ve hadiseler tarafından teshir edildiği için de büyük ruhî buhrana gark olmuştur.

Buhran

Buraya kadar anlattıklarımızın pratiğini göstermek üzere gelelim insanlığa. Bugün dünyanın neresinde ve hangi şartlar içinde yaşıyor olursa olsun, herkesin, kendisinden başlayarak geri kalan herkesten ayrı ayrı ve nihayetinde bütün toplumdan ve toplumlardan rahatsız olduğu vaziyet var ya, işte, biz bunu değiştirmenin peşindeyiz. Bugün dünyanın hangi ülkesine gidersek gidelim, hiç kimse yaşadığı hayattan memnun değil. Bu Müslümanların yaşadığı bir ülkede de böyle, Avrupa’da da, Amerika’da da, Afrika’da da, Asya’da da… Evet, kimse yaşadığı, yaşanan hayattan memnun değil; fakat yine kimse bunun sebebini de teşhis edebilmiş değil. Madde planında elde edilen her zafer, hâkim olan anlayış dolayısıyla ruh planında başka bir mağlubiyetin vesilesini teşkil ediyor ve elde edilen kazanımlar insanlığın hayrına fayda sağlayacağı yerde mahvına vesile oluyor.

Çürüme

Bir diğer mesele ise elde edilen kazanımların pörsümesindeki sürat. Ahir zamanın, insanın zaman idrakini tahrip etmesinden midir yoksa ahir zaman insanın zaman idrakini tahrip ettiğinden mi ahir zamandır bilinmez; fakat madde ve teknik planında sabah elde edilen verimlerin daha akşam olmadan eskidiği bir devri idrak ettiğimiz muhakkak. Böylesi bir vaziyet eşyaya vasıta gözüyle bakan biri için rahatsız edici olmayabilir; fakat kendisini eşyaya teshir ettiren insanlık için bunun ne büyük felâket olduğunu bilmiyorum siz de hissedebiliyor musunuz? Evet, hikmet planının genişliği dolayısıyla sonsuz deryalara dalma istidadında yaradılmıştır insan, bu doğru; fakat “mutlak”ı olmayan, bir bildireni olmayan, iyi-doğru ve güzel kıstaslarını kaybetmiş bir insanlık için, böylesine süratli bir değişim trendi dinamizmden ziyade aşınmaya sebebiyet verdi. İnsanı insan ve cemiyeti cemiyet yapan, şahsiyet başta olmak üzere, bütün ruhî keyfiyetler bu süreçte aşındı. Bugün muhatab olmak zorunda kaldığımız hayvandan aşağı insan ile cemiyet değil de sürünün kaynağını da buralarda aramak icap eder sanıyoruz. Bu da şuurunda olunsa da, olunmasa da bir noktadan sonra ruhî bir ıstıraba sebep olmakta, ferdî ve içtimaî buhranların büyük çoğunluğu da bu yaradılış gayesiyle yaşayış gayesi arasındaki tenakuzdan doğmaktadır.

“Çıldırmıyorsak İnsan Olmadığımızdan”

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu diyor ki, “Şu şartlar içinde Müslümanın çıldırmaması için fevkalâde olması lazımdır. Eğer çıldırmıyorsak, fevkalâde olmadığımıza göre insan olmadığımızdandır; bunu gayet net söylüyorum. Nerede kaldı ki Müslüman olmak!”

Şimdi elimize bir tarih kitabı alsak ve zamanın eski bir döneminde ortaya çıkan bir salgın hastalığın bütün insanlığı evlerine kilitlediği, hava sıcaklıklarının yükseldiği, yangınların çoğaldığı, sellerin, kuraklığın arttığı, deprem ile Anadolu’nun dörtte birinin yerle yeksan olduğu bir döneme rast gelsek, bu bölümü muhakkak ki daha dikkatli ve hayretler içerisinde okuruz. Biraz evvel dedik ya, insanlar hadiseleri değil hadiseler insanları teshir ediyor diye, bu iddianın isbatı olmak üzere, bugün biz yaşadığımız olağanüstü şartları idrak etmekten bile aciziz. Ancak tarihte kalmış, artık statik hâle gelmiş, ölmüş ve sorumluluğumuz olmayan olağanüstü yaşanmış dönemlere de acayip ilgiliyiz.

Amerika’da yaşanan kongre baskını, Amerika ve avanesinin Afganistan’daki hezimeti, Fransa ve İngiltere’deki ardı arkası kesilmeyen protestolar, Avrupa’da yükselen İslâm düşmanlığı, global iktisadî planda yaşanan krizler, yaşanan büyük çaplı yangınlar, bir tarafta kuraklık diğer tarafta seller, salgın hastalık, teknolojideki tekamülün inanılmaz sürati, Türkiye’nin yeniden Ortaasya, Ortadoğu ve Mağrib’e açılma gayretleri, Afrika’daki açlık-susuzluk ve dünyanın uzak doğusundan yükselen Batılı Çin, Rusya ile NATO arasında yaşanan sıcak savaş, Yahudilerin Gazze’de gerçekleştirdiği soykırım ve bunun neticesinde Batı’da yükselen Müslümanlaşma dalgası… Tarih kitapları yazıyor olsaydı ne kadar heyecanlı bir dönem olurdu değil mi?.. Söylenmesi dile kolay şeyleri eğer ki idrakinde değilsek, kendimize mesuliyet yüklememişsek yaşamak ne kadar da kolaymış değil mi?

İslâm İnkılâbı

Tekrar dönelim, kıtalar çapında beklediğimiz İslâm inkılâbına.

İslâm inkılâbı, insan ve toplumu değiştirmek, ferdin fertten, ferdin toplumdan ve toplumun fertten razı olacağı, ferdin iç düzeni, fert ile toplum, toplum ile fert arasındaki düzeni kurmak, insanı eşya ve hadiselerin hükmünden çıkarıp, eşya ve hadiseleri insanın hükmü altına almak iddiasındadır.

Ki bu yalnız kuru bir iddia değil, tarihin farklı zamanlarında defalarca kez Müslümanlar tarafından tecrübe edilmiş inkılâbın bugün yeni bir anlayışla yeniden gerçekleştirilmesinden ibarettir.

Rönesans’a Garblı, “kilise saçmalığına karşı aklın intikamı” der. Aklın, kiliseden intikamı. Bizim yeniden doğuşumuz, Rönesansımız ise ruhun intikamı olacak. Ruhundan arındırılmış ve madde planına prangalanarak teknoloji vasıtasıyla eşya ve hadiseler karşısında mahkûm edilmiş akıldan, ruhun intikamı!

Her şeyi teshir edecek, tam bir madde hakimiyeti kuracak ve bunun içli dışlı dünya görüşünü de Batılı ve Batıcılarınki gibi dayanaksız şekillerde değil, İslâm’a bağlı, en kemalli şekilde tesbit ve tanzim edecek, hadisata da derinliğine ve genişliğine nüfuz edeceğiz!

Bu da tabiî olarak yeni bir rejim, yeni bir insan ve yeni bir toplum idealinin gerçekleşmesiyle mümkün olacak.

Yaşanan hadiselerin seyrine baktığımızda, Üstad Necip Fazıl’ın gerçekleşmesini mukadder olarak gördüğü kıtalar çapındaki İslâm ihtilâli ve inkılabının eşiğine çoktan adım atmış bulunmaktayız. Toplumların can sıkıcı bir tarafları var, o da aksiyoner olmaktan ziyade reaksiyoner olmaları. Neyin neye vesile olacağı bilinmemekle beraber, son derece hassas dengeler üzerinde ayakta duran, daha doğrusu statükodan yana olanlar eliyle ayakta tutulmaya çalışılan bu düzenin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Bundan sonrasında büyük bir dünya savaşı mı çıkar, ekonomik sistem dedikleri pamuk ipliği mi kopar, iç karışıklıklar alır başını büyür de global hâle mi gelir bilinmez; bildiğimiz ise şu ki bu hesaplaşma mutlaka ama mutlaka yaşanacak, plastik dünyadan çıkıp eti, kemiği ve ruhiyle canlı bir dünyaya yeniden döneceğiz ve neticesi ne olursa olsun istikameti muhafaza edenler kazanacak!

Aylık Baran Dergisi 31. Sayı, Eylül 2024 

Yorum yapın