‘Ruhumuzu teknolojiye giydirmek’ – Yeni Akit

M. Taha İnci Baran Haber’de yazdı: Dijital bağımlılıkla mücadele ederken, kültürel değerleri yansıtan alternatif teknolojiler geliştirmek de yapılan faaliyetlerin devamlılığına katkı sağlayacaktır. Batı kültürüne özgü teknolojilerin yerini, kendi kültür, din ve anlayışımızı yansıtan teknolojiler almalıdır.
Türkiye, teknoloji hususunda her ne kadar ilerliyor yahut ilerlemeye çalışıyor olsa da sosyal ve manevi değerlere olan ilgisizliği sebebiyle toplumsal bir yozlaşmaya doğru evriliyor. Türkiye’nin Batı’nın materyalist bakış açısına göre hareket etmesi toplumsal sorunları da beraberinde getiriyor. Teknolojiye bir ruh giydirememek ve yalnızca Batı’nın materyalist tekniğine bağlı kalmak maddî olarak bir başarı getirse de manevî olarak sınıfta kaldığımıza işaret ediyor. Maddî ilerleme ahlakî ve manevî sorumluluklarla desteklenmediği için de toplum tam manasıyla kendini bulamıyor, değerlerine, dinine, geleneğine ve kültürüne yabancı sahip çıkamıyor.

Bugün tutunduğumuz Batı’nın maddeci anlayışında; iştihası doymayan, materyalist, hedonist, sapkınlığı idealize eden, Niçe’den devraldığı ve sekülerizme ve oradan tamamen başıboşluğa, hayvaniliğe ve daha da ilerisine taşıdığı üst insan anlayışı mevcut ve bu durum dijital teknolojilere de hâkim vaziyette… Haliyle dijital teknolojilerin denetimsiz ve ahlaki değerlerden uzak olması, Müslüman toplumların kimliklerini tehdit ediyor; kuralsız yaşam, her yönden yozlaşma, toplumların sosyal yapılarının işlevsiz hale getirilmesi, Batı’nın ideolojisine göre şekillenme, kimlik kaybı gibi problemleri beraberinde getiriyor. Adeta dijital hegemonya tahakküm kuruyor. Bakıldığında teknoloji basit bir araç olmadığı, toplumun ruh ve fikir yapısıyla doğrudan bağlantılı bir yapı olduğu ortaya çıkıyor. Körü körüne bağlılık, özgünlükten ve kendi ideolojik yapımızı bunlara giydirememek ise insanımızı felaketin eşiğine götürüyor.

Modern toplumun kontrol mekanizmalarını eleştiren Byung-Chul Han da teknolojinin günümüzde sadece bedeni disipline etmekle kalmayıp, zihinleri de kontrol altına almayı hedeflediğini söylüyor. Ona göre, modern teknoloji sayesinde fertler sayısal verilere dönüştürülmüş ve bu sayede sürekli gözetim altında tutuluyor. Bu gözetim, fertlerin performanslarını sürekli yüksek tutmaları için bir baskı oluşturuyor.

Sanalın, gerçeğin yerini aldığını, simüle edilenin hakikati belirsizleştirdiği bir düzen olduğunu eserlerinde ifade eden Baudrillard ise medyayı, “Gerçekliği sona erdiren simülasyon düzeninin meydana gelmesindeki en büyük etken” olarak görüyor ve şunu söylüyor: “Medya, kullandığı teknoloji vasıtasıyla dünyayı estetize etmiş, müstehceni estetikleştirip kültürleştirmiş, müzelik hale getirmiş, her şeyi görünürlüğe ve gösterge sanayisine dönüştürmüştür. Bu gösterge sanayisinde en etkin medya etkinliği olan reklam her şeyi anlamsızlaştırarak insanı şaşırtıcı bir hiper-gerçekliğin içine sokarak rahatlatmaktadır.”

Dijital dünya ve gerçeklikten kopma

Günümüzde hızla gelişen teknolojiyle birlikte dijital mecralara olan bağımlılık ve bu bağımlılık neticesinde adeta toplumları sürüye dönüştüren vaziyet, her geçen gün çeşitli araçlar vasıtasıyla önü alınamaz ciddi bir problem haline dönüşüyor.

Sürekli olarak akıllı telefonlara, bilgisayarlara ve diğer dijital cihazlara bağlı kalma isteği, fertlerin günlük hayatlarını etkilediği gibi, büyük bir anlam kayması, idrakleri dondurma ve hadiselere karşı donukluk getiriyor. Sanki insanlar kodlanmış bir cihaz gibi hareket ediyor veya yönlendiriliyor. Sürekli olarak dijital ortamlarda kalan, orayı düşünen, orada yiyip içen, tuvalette bile orayı yalnız bırakmayan bir manzara mevcut!

Tüm kuralların yabana atıldığı, her şeyin dijital ortamlara göre ayarlandığı, dinin bile burada arz edilir olduğu bir çağda adeta yalnız kalmak da mümkün değil. Özellikle çocuklar için büyük bir tehlike halini alan bu araçlar, çocukların gelişimlerini, düşünmelerini, el becerilerini, farklı yetilerini dumura uğratıyor. Bu tehlike devletin “şiddet içerikli oyunlar, siber zorbalık” gibi olumsuz etkilere bağlaması kadar da basit değil. Yani mesele sadece oyunlar değil. Başlı başına bir “oyun” olan ve insanların kendini bu oyunda kaybettiği dijital mecralar, televizyonu da, oyunları da aratır nitelikte. Basit görünen hadise bundan da ibaret değil. Modern ekonomi ve finans dünyasının artık sanal dünyadan hareket ettiği de büyük bir gerçek.

Dijital dünyanın sunduğu imkanlardan faydalanılırken, sorumsuzca, hiçbir müdahale olmadan ve bir kültüre, düşünceye, bir ideale nisbet edilmeden kullanılması, ferdi sadece kendisine ve toplumuna yabancılaştırmıyor, aynı zamanda dışarıdan gelen etkileri hazmetmeden bünyesine taşıyarak bir nevi her şeye Batılı gibi yaklaşmasına, Batılı gibi düşünmesine sebebiyet veriyor. Doğruya yönlendirecek araçlar, başıboşluğu imha edecek hakiki uğraşların olmaması da ferdi sanal dünyanın girdabına sokuyor.

Bu araçlar sadece teknolojinin malı değil aynı zamanda sosyoloji, psikoloji ve ilmin de mevzusudur. Haliyle bugün bu araçları, hiçbir duygu, düşünce, fikir ve ahlaktan ayrı düşünemeyiz. Batı’nın bin bir çabayla teknolojide aradığı ruh yahut tüm teknolojik bilgisini adeta istidraça dönüştürmesi, Rönesans’tan beri İslam’ı aramanın bir tezahürüdür belki de. Fakat ne yaparsa yapsın hiçbir şekilde tutmuyor ve devamlılık sağlayamıyor. Dün televizyon, radyo, ardından internet derken bugün yapay zeka ve daha ilerisine giderek insanı sömürmek, fıtratından koparmak veya kendilerinin istediği şuur düzleminde yaşatmak üzere kurgulanan bu aletler ellerinde patlıyor.

Bakıldığında tüm ihtiyaçlarımıza matuf olarak kurulmuş olan bu düzen, bir diğer tarafta insan şuurunu altüst ediyor ve insanı önceden kodlanmış Batılı normlara mecbur ediyor. Bu aletleri yok mu sayacağız yoksa bu aletlere bir ruh giydirerek Batı’nın arayıp da bir türlü bulamadığı şeyi biz mi göstereceğiz?

Üstad Necip Fazıl’ın, “…makinleşmenin hakikati için gerekli şartlara malik olamamaktan gelen esaret, makineyi büsbütün atmak ve Ortaçağ aletlerine kapanmak suretiyle giderilmez… Garb’ın Şark’a yüklediği makine ve müsbet bilgiler esaretinden sıyrılmak, ancak o esaretin içinden geçmek ve onu yenmekle mümkündür… Yine her şeyden evvel kavramak lazımdır ki, bu yol, makinleşmenin ve müsbet bilgilerle cihazlanmanın sırrını, içinde ‘ruh’ adına zerre bulunmayan kışırdan öğrenme ve ezberleme, bilmeceyi madeni iskeletler manzumesi (teknik) kadroda arama işi değildir. Bu sır, teknik kadronun dışındadır; ve o kadronun içine, onun dışındaki büyük anlayış ve duyuş yerinde olmadan herhangi bir yoldan girmek ve her türlü tatbiki mümkün maharet ne hayal kırıklığına uğramış ruh, ancak işin tamamiyle izah edilebilir!..” dediği şekilde dışarıdan üzerimize yığılı olan bu teknolojik düzeni ancak kendi içimizdeki ruh bütünüyle kavramak ve daha iyisini yapmak mecburiyeti doğruyor.

Sosyal medya bağımlılığı ve psikolojik bozukluklar

Dijital dünyanın manipülasyonun bir aracı olarak sunduğu sosyal medya kullanımının hızla artması, fertlerin iletişim ve sosyalleşme biçimlerinde önemli değişikliklere sebep olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Yapılan araştırmalara göre psikolojik bozuklukların sosyal medya bağımlılığını öngörebildiği ve sosyal medya bağımlılığı ile en yüksek ilişkili değişkenlerin psikotizm, paranoid düşünceler, fobik anksiyete ve öfke kontrol kaybı, düşmanlık gibi duygular ortaya çıkıyor. Sosyal medya bağımlılığı üzerinde en etkili değişkenin günlük sosyal medya kullanım süresi olduğunu gösteriyor. Sosyal medyada daha fazla zaman geçiren gençlerde, sosyal medya bağımlılığı düzeyi ve psikolojik bozuklukların etkisini daha da artırıyor. Sosyal medya, anlık ödüller ve dikkat çekme fırsatları sunarak bu dürtüsel davranışları destekliyor, sonuçta fertlerin sosyal medyada daha fazla zaman geçirmelerine ve bağımlılık gelişimine yol açıyor. Hiçbir çaba harcamadan, çile çekmeden, bir sahada kendini geliştirmeden kolay yoldan para kazanma durumu da gençleri uyuşuk, çalışmayan, kolay yoldan parayı bulmanın hayalini kuran tembel tiplere dönüşüyor.

Bu teknolojik araçlar özgürlük değil bilakis insan hayatını her yönüyle denetleyen, yönlendiren, tefekkürü öldüren ve dönüştüren mahiyet arz ediyor ve hızlı ama manasız, hiçbir şeyin hazmedilmediği bir hayat sunuyor.

Çocuklarda artan dijital bağımlılık

Son yıllarda çocuklarda artan dijital bağımlılık, toplumsal bir sorun olarak sadece anne ve babaları değil devleti de rahatsız etmelidir. Bu durumun sadece teknolojik değil, aynı zamanda psikolojik ve sosyolojik etkileri de bulunuyor. Çocukların sosyal medya ve dijital oyunlara aşırı bağlanması, gerçek hayattaki sosyal etkileşimlerini azaltıyor, odaklanma güçlüklerine yol açıyor, zihinsel sağlıklarını olumsuz etkiliyor, tefekkür gibi önemli olgunun üstünü örtüyor, hayattaki hedeflerini köreltiyor ve manevi anlamda da şuurları uyuşturuyor.

Dijital bağımlılığın temelinde, çocukların çevrimiçi dünyaya aşırı maruz kalması, sosyal medya ve oyunların bağımlılık yapıcı özelliği ve gerçek hayattaki sosyal etkileşimlerin azalması gibi faktörler de yer alıyor. Çocuklar, sosyal medya platformlarında beğeni ve takipçi sayısı gibi geçici tatminlere bağımlı hale geliyor. Dijital oyunlar ise ödül sistemleri ve rekabetçi unsurlarıyla, kullanıcıları saatlerce ekrana kilitleyerek gerçeklikten koparıyor. Bu durum, çocuklarda sosyal becerilerin gelişimini olumsuz etkiliyor, özgüvenlerini zedeliyor ve gerçek hayattaki ilişkiler kurmalarını zorlaştırıyor.

Dijital bağımlılığın önlenmesi ve kontrol altına alınması için ebeveynlerin rol modeli olması, teknoloji kullanımına sınırlar koyması ve çocuklarına çeşitli aktiviteler sunması gerekirken asıl iş devlete ve devleti yönlendirecek oluşumlara düşüyor. Bağımlı olunan yer tam manasıyla bize yabancı ve düşman oluşumlar eliyle kurgulanmış vaziyette. Bu da toplumların yavaş yavaş şuurlarının Batı’ya entegre edilmesiyle sonuçlanıyor. Bu hususta da acil önlemler almakta her ne kadar gecikmiş olunsa da kendi dijital ortamlarımızı oluşturmakta büyük fayda var. Çocukların dijital oyun platformlarına bağımlılığını azaltmak için sosyal, sportif ve sanatsal faaliyetlere daha fazla fırsat sağlanması gerektiği gibi manevi yönlerini kuvvetlendirecek çalışmalar da yapılmalı. Müslümanlar bu hususta canla başla çalışmalı ve çocukları da iyiye, doğruya ve güzele yönlendirecek dijital araçları kendileri üretmeli.

Dijital bağımlılıkla mücadele ederken, kültürel değerleri yansıtan alternatif teknolojiler geliştirmek de yapılan faaliyetlerin devamlılığına katkı sağlayacaktır. Batı kültürüne özgü teknolojilerin yerini, kendi kültür, din ve anlayışımızı yansıtan teknolojiler almalıdır. Bu sayede, dijital dünyanın olumsuz etkilerini en aza indirerek, çocukların sağlıklı ve dengeli bir gelişim göstermesini sağlayabiliriz. Sadece çocukların değil, kendi dünya görüşümüze göre geliştirdiğimiz araçlarla insanımızı da, toplumumuzu da tekrar ayağa kaldırabilir, kendi aidiyetlerimize döndürebiliriz.

Nasıl ki bize sunulan Batı tandanslı teknolojik yapılar insanımızı çizdikleri çerçeveye hapsediyor ve o alanda bir “özgürlük” sunuyorsa, aynını insanı harcamadan, bozmadan bizim yapmamız elzemdir.

Aylık Baran Dergisi 31. Sayı, Eylül 2024

Yorum yapın