Peki ya amellerimiz boşa çıkarsa?!..

Allah katında bir amelin kabul görmesi için iki şart vardır. Birincisi İhlâs yani yapılan amelin sadece ve sadece Allah için yapılması; yapılan amele hiçbir şekilde riya, gösteriş ve şirk bulaştırılmamasıdır. Çünkü şirk, yapılan bütün amelleri geçersiz kılar.  Allah Tealâ şöyle buyuruyor:

“Andolsun sana ve senden öncekilere vahyolundu ki: Eğer şirk koşarsan andolsun ki amelin boşa çıkar ve muhakkak zarar edenlerden olursun.” (Zumer 65)

“Hayır-işte bundan ötürü- yalnız Allah’a ibadet et ve şükredenlerden ol.” (Zumer 66) İbn-i Kesîr (rahimehullah) bu ayetin tefsirini: “Yani sen ve seninle beraber olanlar, sen ve sana uyup, seni tasdik edenler, bir ve tek olarak ve ortak koşmaksızın yalnız yüce Allah’a ihlâsla ibadet et.”  Şeklinde yapmıştır.

Allah Tealâ, kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Allah Tealâ şöyle buyuruyor:

“Muhakkak ki Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Ondan başkasını da dilediğine bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse, şüphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur.” (Nisa 48) İbn-i Kesîr (rahimehullah) bu ayetle ilgili olarak şöyle söylemiştir: Yani yüce Allah, huzuruna kendisine şirk koşmuş olarak çıkan bir kulunun günahını bağışlamaz. Başka günahları da, kulları arasından dilediğine bağışlar.
ÖNE ÇIKAN VİDEO

“Allah’a ortak koşan kimse şüphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur.” İbn Mesud (r.a.) dedi ki: Ey Allah’ın Resulü en büyük günah hangisidir dedim. O: “Seni yaratmış olduğu halde Allah’a ortak koşmandır” buyurdu. (Buhari, 6861; Muslim, 86)

Aynı zamanda niyetlerimizin de riyadan, gösterişten uzak olması gerekir. Çünkü ameller niyetlere göredir.

Müminlerin emîri ve devlet başkanı Ömer bin el-Hattâp (r.a.)dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Resulullah (sav)’i şöyle buyururken işittim:

“Ameller ancak niyetlere göredir. Yapılan bütün işler, kişinin niyet ve amacına göre değer kazanır ve herkese, ancak niyetinin karşılığı vardır. İnsan bir işi hangi niyetle yapmışsa, ona göre ceza veya mükâfat alacaktır. Yaptığı bir iyilik ne kadar değerli görünse de, onu Allah için yapmamışsa, sevabını alamaz. Bu ölçü, Mekke’den Medine’ye yapılan hicret için de geçerlidir. Buna göre, kimin hicreti Allah’a ve Resulü’ne olan sevgi ve itaatinden kaynaklanıyor ise, onun hicreti gerçekten Allah’a ve Resulü’ne yapılmış bir hicrettir ve bu amaçla hicret eden kişi, mükâfatını mutlaka alacaktır.

 Fakat kim Allah için hicret ediyor göründüğü halde aslında onun elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak amacıyla yola çıkmışsa, hicreti de gerçekte Allah’a ve Resulü’ne değil, o hicret ettiği şeyedir. Uğrunda yola çıktığı dünya menfaatlerini elde etse de, hicret sevabını alamayacaktır. Öyleyse, bütün iyilik ve ibadetlerinizi yalnızca Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için yapmalısınız.” (Hadis açıklaması Mahmut Kısa’ya aittir.) Kaynak: Buhari, Bed’u’l-Vahy 1, İman 1, Nikah 5, Menakıbu’l-Ensâr 45, Itk 6, Eymân 23, Hiyel 1; Muslim, İmâre 155.

“De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum. Ve ben Muslimlerin (teslim olanların) ilkiyim.” (En’am 162,163)

Allah’ı ibadette, kullukta ve itaatte tevhid etmek, O’na hiçbir şeyi denk tutmamaktır. O, gökleri ve yeri yaratan, bütün kâinatı sevk ve idare eden, bütün canlıların rızkına kefil olan ve hükmünde hiçbir ortak kabul etmeyendir.

“…Hüküm ancak Allah’ındır. O, kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”  (Yusuf, 40)

“…O (Allah), hükmünde kimseyi ortak kabul etmez.” (Kehf, 26)

“…İyi bilin ki, yaratmak da emretmek de yalnız O’nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın şanı ne yücedir.”  (A’raf, 54)

Amellerimizin Allah katında kabul olabilmesi için gereken ikinci şart ise, Sünnete uygun olması yani Allah Resulü (sav)’in gösterdiği gibi olmasıdır. Bu iki şarttan biri eksik olursa o amel, Allah nezdinde kabul görmez. Sahih ve salih bir amel olmaz. Maalesef günümüzde de çoğu ibadet ve ameller, maksadı ve mahiyeti dışında yapıldığı için toplumda genel bir bozulma ve ifsad var. Kısacası herkes, kendi nefsine uygun dini hükümler çıkarıyorlar. İslam’a, Allah Tealâ’nın hükümlerine uymaları gerekirken; dini hükümleri, kendi nefislerinin, arzu ve isteklerinin doğrultusunda te’vil ediyorlar. Toplumdaki türlü itikadî ve ahlâki bozulmaların temel nedeni, insanların SÖZDE bir imana sahip olmaları ve iman ettiklerini iddia ettikleri din hakkında hiçbir bilgilerinin olmayışıdır.

Atalar dininin yaşanması, insanların, asıl kaynağımız olan Kur’an ve Sünnete ittiba etmemelerinden kaynaklanmaktadır. Bugün insanlar, maalesef kendi nefislerini veya çeşitli dünyalık menfaatleri, metaları(geçici faydaları) kendilerine ilah edinmişlerdir. Hayatlarını Kur’an ve sünnete göre yaşamaları gerekirken, nefsani istek ve arzularına yenilip, batıl bir hayat yaşamaktadırlar.

Toplumdaki itikadî ve ahlâki ifsadları düzeltmek için emr-i bi’l ma’rûf nehy-i ani’l munker (iyiliği emredip kötülükten men etmek) sorumluluğunun her Müslüman tarafından hakkıyla yerine getirilmesi gerekir.

İbn Teymiyye (rahimehullah): Dinin aslı ma’rûfu(iyiliği) emredip, munkeri(kötülüğü) nehyetmektir. Ma’rûfun başı Tevhid, munkerin başı ise şirktir. Demiştir. İyiliği emredip kötülükten men etmek, insanları içinde bulundukları şirk ahvalinden kurtarıp,  Tevhid ve Sünnet’e davet etmektir. Bütün Resul ve nebilerin tâbi olduğu Rabbani davet metodu budur.

“Andolsun Biz Nuh’u kavmine gönderdik de: Ey kavmim, Allah’a ibadet edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilahınız yoktur. Doğrusu ben sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum” dedi. (A’râf 59)

 “Âd (kavmin)e de kardeşleri Hûd’u (gönderdik). O: “Ey kavmim, Allah’a ibadet edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilahınız yoktur. Hâlâ sakınmayacak mısınız?”dedi. (A’râf 65)

“…Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmek istiyorum. Fakat başarmam ancak Allah’ın yardımı iledir. Yalnız O’na tevekkül ettim ve yalnız O’na döneceğim.” (Hud 88)

“Allah’a davet eden, salih amel işleyen ve: Şüphesiz ki ben Müslümanlardanım  diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet 33)

Bize düşen, öncelikle kendi nefislerimizi ıslah edip, yaratılışımızın gayesi gereği âlemlerin Rabbi olan Allah Tealâ’ya hakkıyla ibadet etmek, O’na hiçbir şeyi denk tutmamak ve Resulullah (sav)’in sünnetine tabi olmaktır. İnsanları da hak dine davet etmektir.

Sözün özü:

Bir insanın kendisine yapacağı en büyük kötülük, hakkı bildiği halde ona uymaması; bir şeyin haram olduğunu bildiği halde, farklı farklı kılıflar uydurarak onu nefsine göre helal görmesi;  dünyalık, fani menfaatler için kendisini ebedi saadete ulaştıracak olan akidesinden ve iffetinden taviz vermesi; yaptığı amellere şirk bulaştırması ve dolayısıyla bütün amellerinin boşa çıkması, sonunda büyük bir hüsrana ve elim bir azaba dûçâr olmasıdır…

“Hidayete tabi olanlara selam olsun”. (Taha Suresi 47)

İşlerimizin sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.

Yorum yapın