1964 yılında, yükseköğrenim için, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne bağlı 2 yıllık Gazetecilik Enstitüsü’nü seçmem “tamamen duygusaldı”.. Göçmen çocuğu olarak, ailemin hangi zorluklarla, ekonomik özverilerin içinde, üç kardeşin okumalarının önünü kesmemeyi seçmiş olduklarının bilincindeydim. Başka bir ilde uzun süreli bir eğitimi düşünemezdim. İstanbul Kız Lisesi’nden fen bölümü mezunu olduğum halde, iki yıl olan en kısa bölümü seçmiş, mezun olduktan sonra herhangi bir işte çalışarak istediğim bir başka bölümde devam edebilmeyi dilemiştim.. İlk merkezi sınav sistemi uygulamasının içinde 1. sıraya “Gazeteciliği” yazıp sonraki sıralara Ankara Ortadoğu mühendislik gibi bölümleri yazmıştım. Doğal sonuç olarak 1. tercihim için kayıt hakkı gelmişti. Bilmeden şanslı bir seçim yapmıştım. Dönemin ruhuna uygun hem başka üniversitelerin ilgili bölümlerinden hem de uzman gazeteciler içinden öğretim üyeleri kadrolarının özenle seçildiği bir dönemdi. Metin Kutal, Ahmet Kılıçbay, Haluk Cillov, Çetin Özek, İzzettin Önder, Cavit Orhan Tütengil, Nevzat Yalçıntaş.. Cevat Fehmi Başkurt, Burhan Felek, Abdi İpekçi, Ecvet Güresin..ilk aklıma gelenler.. Dönemi paylaştığım arkadaşlarımdan kamuoyunun kolayca tanıyacakları arasından Uğur Dündar, Ümit Gürtuna, Ertuğrul Akbay, Uğur Büke, Yaman Tüzcet, Nevin Gürkaynak.. içlerinde pek çok başka fakülteleri de bitirmiş, mesleklerinde başarılı olmuş isimler vardı.. Meslekten hocalarımız ikinci yılın sonuna gelmeden, gazetecilikte çok başarılı olabileceğim sonucuna varmışlar, kafadan işe başlamamı önermişlerdi. Aslında dönemin ruhu gereği yaşama seyirci olmayan öğrenci grubu olarak, en kıdemli hocamız Orhan Tunaya’nın kocaman, bir o kadar ağır eski antika daktilosuna el koyarak, olmayan gazete çıkarma deneyimine geçmiştik. Gazeteleri dolaşıp üst düzey yöneticileri ile, “Yükseköğrenim yapamamış gazetecilerin önünü açmak üzere enstitüyü kurdurmuşsunuz, bize gazeteciliğin önünü açmak zorundasınız..” anlamına gelen tartışmaları yapıyorduk. Gerçekten de basın kontenjanından çok sayıda profesyonel gazeteci de aramıza öğrenci olarak katılmışlardı.. Sözün özü mezuniyet sınavlarını bitirdiğimizin ertesi günü, 1966 yılında, temmuz başında Cumhuriyet’te çalışmayı seçtim. İki yıllık öğrencilik dönemimde de yarım gün çalışma ile İstanbul Ekspres gazetesinde bir sayfanın şehir röportajlarını, pek çok ek işle birlikte yapıyordum.. Cumhuriyet’te gazeteciliğe başlamak, ciddi para kazanılamasa da hâlâ değerli bir okul gibidir. Cumhuriyet okurları doğrudan katılımcı kimlikleriyle, gazetenin tüm alanlarına dönük olarak sıcak eleştirileri, katkılarıyla, haber değeri olan bilgilerin ulaştırılmasıyla size yol gösterirler. Hele de 1960’lı yılların ikinci yarısına gelinen tarihlere kadar, yaşamın her alanında yaşanmış, ekonomik, sosyal, siyasal toplumsal örgütlülük patlamasını düşünürsek.. 1961 Anayasası ile gelen özgürlükler, sosyal devlet, düşünce özgürlüğü, örgütlülükleri, sendikal haklar, sol siyasetin önünün açılması gelişmelerini uzun uzun anlatmanın gereği yok. Basın özgürlüğü için lokomotif 212 sayılı yasa ilk adım, sendikalar başta tüm meslek örgütlenmeleri, solun önünün açıldığı yıllarda.. DPT, Nazım Plan, köylere dönük projeler.. Cumhuriyet gazetesinin çatısını, Cumhuriyet aydınlanmacılığını, kamuoyuna açılım aracı, yolu olarak seçmiş aydınlar, inandıkları tüm değerlerin, bilgi birikimleri, görüşlerinin kamuoyuna yansımasında makaleleri ile katkı yapmakla yetinmemişler.. Ekonomik, sosyal, siyasal örgütlülük çatıları altındaki hak savaşımlarının, kamuoyuna yansımasını istedikleri düşünce ve eylemlerini kamuoyuna yansıtmak üzere, Cumhuriyet çalışanlarına aracı kılmayı seçmişlerdir.. Kendimi üniversite reformu, öğrenci, işçi, sağlık eylemleri, haklarında, insandan yana açılımların içinde bulmuştum. Demirel, güçlü sağ siyasi lider olarak iktidardaydı. 1961 Anayasası’nın Türkiye için lüks olduğu tartışmalarını başlatacaktı. Üniversitelerin anayasanın hazırlanmasında da doğrudan görev almış öğretim üyeleri de içlerinde, aydınlanmacı, reformcu, devrimci kadroları, kazanılmış tüm özgürlükler, örgütlenme haklarının savunulması savaşımının öncülüğünde kamuoyuna ulaşma aracı olarak Cumhuriyet gazetesi odaklı katkılar sunacaklardı..
NADİR NADİ-DOĞAN NADİ’Lİ YILLAR
Cumhuriyet’in künyesinde Yunus Nadi’nin eşi Nazime Nadi imtiyaz sahibidir. Nadir Nadi, Doğan Nadi kardeşler ise aile şirketinin seçilmiş sorumlu yönetim kurulu üyeleri olarak gazetenin kimliğinin, değerlerinin korunmasında aracılık görevi üstlenmişlerdir. Doğrusu dönemin bilim-kültür yaşamının her alanından simge isimler, geleneksel 2. sayfa, kültür sayfası katkılarıyla asla yetinmeyerek, gazetenin tüm sayfalarını didikleyerek katkı, söz sahibi olma, her halkadan okura inen zincirler halinde yerleşik bir gelenek, görenek oluşmuştur. Dilde yanlıştan, iyi aktarılamamış haber eleştirisine kadar her alanda söz söyleme hakları, alışkanlıkları tartışılmazdır.. Hocaların Hocası Ord. Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Oktay Akbal, Vedat Günyol, Melih Cevdet Anday, Cavit Orhan Tütengil.. 2. sayfanın öncü, dönüşümlü yazarları, İlhan Selçuk köşe yazarı. Nadir Nadi köşesiyle, Doğan Nadi taşlamaları ile, Ali Ulvi karikatürleriyle 1.sayfada.. Adlarını sığdırmaya kalkışmak haksızlık olacak kadar çok alanlarının en büyüklerinden siyaset, dış politika, ekonomi, kültür insanları ilgili sayfalarında.. Gazete bağımsızlığını titizlikle koruma adına satış fiyatı, sayfa, ücret dengelerini koruyor olarak, alanlarından uzman danışmanları yönetim kadrolarına da taşımış olarak yayın yaşamını sürdürürken, yazan-çizen marka olmuş isimleri saymak da zor. Yine de gönüllü katkılar, profesyonel çalışanlar kadrolarını geçiyor.. Yaz ayları izinleri de araya girince henüz kadroya girmeden bana da 1967 Ağustos ayında yapılan Demirel’in ünlü Karadeniz gezisini izleme görevi düşüyor. Ankara’dan Fikret Otyam imdadıma koşuyor. Üç büyük gazeteden ünlü, marka isim Ankara Temsilcisi’ni arayarak bana yol göstermesini istiyor. Otellere yerleştirme organizasyonunda daha ilk günden Demirel’in yanındaki odaya yerleştirilen, şimdi aramızda olmadığı için ismini vermemeyi seçtiğim Ağabey’in, deneyimleriyle, Demirel’e moral anlamda danışmanlık da yaptığı algısını ediniyorum.. Gazetenin manşetinden günlerle, yorum ve notları ile de yayımlanacak ilk dizi gibi haber sınavında çakmamak için, Samsun’dan Sarp’a günler süren görkemli konvoylarla desteklenen siyasal şov, gezi turunda haber atlamamak için konvoydan hiç kopmadan gözlerimin ve kulaklarımın antenlerini açmalıyım. Benim gibi işkolik, bir tek bu gezide gazetecilik dayanışmasını yapabildiğim arkadaş, aynı gazetenin haberlerinden sorumlu muhabir Oktay Köse. Gezi boyunca aynı aracı paylaşma anlaşmamızın nedeni de program kapsamında belirlenmiş büyükleri yanında, korsan mitingler de dahil konuşmak etkinlik olacak noktaların tümünü, kaçırmamaya çalışmak.. Demirel’in güçlü iktidar şovu ağırlıklı programda, güncel gündemden en çarpıcı çıkışlar, uzun araç konvoylu kalabalık mitingler, yerel destekle yarışılan akşam etkinlikleri, yemekler, elbette olabildiği kadar çok iddialı pojelere dönük temel atma törenleri, yatırım, okul açılışları başı çekiyor. Demirel’in zaman ayarlı kükreyen çıkışlarına, bizim izleyemediğimiz İsmet İnönü’den gelen yanıtlar çok tahrik edici olmalı ki sert yanıtları bir sonraki çıkışın odağını oluşturuyor. Benim için sürpriz iki fırsattan biri ise Giresun’daki fabrika açılışı konuşmasında Demirel’in güçlü bakanı Mehmet Turgut’un, kasıtlı siyasi atağında Demirel’in başarılı siyasal projeleri güçlü yatırımlar adına “Bütün büyük hizmetler Menderes’in zamanındadır” cümlesini kurup sonra özür dilemesi sırasında, kalabalıktan büyük alkış alması üzerine, yerine geçerken Demirel’in elini sıkmaması, selamlamamasının gazetemizin manşet notlarına yansıması. (Ki sonrasında yıl geçmeden parti içinden kopmalarla yeni bir partinin kuruluşunun önünü açmıştı.) Üstüne ikinci fırsat Trabzon Çimento Fabrikası açılışında, Trabzon Üniversitesi öğrencilerinin aleyhte büyük bir sürpriz, ıslıklı protesto gösterileri eklemlendi. Rize’ye, Hopa’ya kadar uzanan gezi gündemine, kaçınılmaz öğrenci gençliğin solcu eylemciliğine dönük suçlamalar girmişti. “Baba parasıyla komünizme özenenler, bu sahillerden yol çok yakın, yüzerek Rusya’ya geçsinler..” türünden çıkışlarla gündem sapmalarını tam kavrayamamıştım. Rize’de konakladığımız gece, yine habersiz olduğum, 1968 öğrenci gençliği öncesinin simge lideri Harun Karadeniz, döneminin yönetiminden elektrik mühendisi dönem kuşağından gençlik liderliğinin içinde, “Örgütlenmelerin arkasında en çok koşturan dev adam olarak bilinen Engin Dağıstanlı gerçekten bir raslantı olarak Trabzon Çimento Fabrikası’nda mühendislik stajını yapıyormuş. Akşam katılmadığım Demirel’in yemek sofrasında, yandaş medyanın gazetecilerine yöneltilen hizmetin organizasyonunu satır satır dinlemiş. Otyam’ın emanet ettiği ünlü gazeteci Ağabey, yandaş medya gazetecilerine aleyhime yapılması gereken haberin siparişini veriyormuş.. Kısacası gezi dönüşü Son Havadis’in manşetinden yayımlanan “Malum Gazetenin Malum Muhabiri” haberinde özetle yayımlananların bütünlüğünde, benim siyasal amaçlı gezinin gerçekleri ile ilgisiz haber ve yorumlar yaptığım, izlemediğim konuşmalar ve tanıklıklar üzerinden gerçeklerin yerine yalan haber ürettiğim savlanıyor, partide çatlak olmadığının ötesinde protesto eylemi ile bile ilişkilendiriliyordum.
DOĞAN NADİ’NİN, CUMHURİYET AİLESİNİN SAYGIN DURUŞLARI
Sonraki yıllarda birçok kez şapkasını alıp gitmek zorunda kalan Demirel’in, liberal demokrasi çizgisine gelişine ilişkin tanıklıklarımın çok sonraki yıllarda çok renkleneceğinin sadece altını çizmekle yetinerek, bu anımı Cumhuriyet gazetesi ailesine katılışımın ilk ayının gündemine alma kastıma dönmeliyim.. Dönüşte babamın sorgulamadan sabah işe gitmek üzere çıkarken, “Sadece işe giderken sürpriz olmasın diye uyardım” demekle yetinmesini unutamam. Gazetenin kapısından girerken, gelişimi gözlemiş, bizim taktığımız adıyla “Hasan Nadi”, gerçekte Yunus Nadi döneminde Cağaloğlu’ndeki ahşap Pembe Konak’ın üst katının ailenin evi olarak kullanılması nedeniyle de birlikte büyüdükleri, çocukluk misket arkadaşları Hasan Amcamız yolumu kesti. Sarılıp elimi tutarak “Evladım sakın korkma, işinden olmazsın. Burada sana kimse dokunmaz” diye söze girdi. Dostları anılarında çokça altını çizmişlerdir. Doğan Nadi, Divan Oteli ekolündeki dostlarıyla bilinir. Sabahlara uzanan sohbetler geleneği sonrası önce gazetenin yolunu tutar. Odasına çekilerek, henüz kimselerin okumadığı taze kokulu gazeteleri de okumuş olarak, ünlü karikatürlerden öte etkin iz bırakmış, kısacık güncel gündemle uyumlu köşesine noktasını koyar. “7 Dakika” başlıklı köşe yazısını Hasan Nadi’ye teslim ederek, erken gelmiş dostlarıyla, sık sık Nadir Nadi ile de gazeteye, siyasal toplumsal gündeme de dönük sohbetlerini tamamlama turundan sonra evinin yolunu tutar. O sabah gazeteleri tararken Demirel’i kurtarma adına beni ve Cumhuriyet ağırlıklı hedef almış yazıyı görür. Aslında hiç yüz yüze gelmedik, tanışmadık da. Ancak tepkisi, öfkesi malum gazeteyi avucunun içinde buruşturarak parçalamak olur. Hasan Amca’yı bağırarak çağırır; “At bu paçavrayı gözüm görmesin” diye bağırır.. Hasan Amca deneyimli beni teselli etmeyi sürdürerek “Göreceksin sana kimseler soru bile sormayacak” da demişti. Öyle de oldu. Beni gazeteye almış Ecvet Güresin Hocam ancak koridorda karşılaştığımda “Geçmiş olsun, böyle şeyler yaşanır” demekle yetindi. Yazıişleri Müdürü Erol Dallı, teselli babında sırtımı sıvazlamakla yetindi. Kimi yaşıtım yakın arkadaşlara sabırla dinleyebildikleri dozlarda ayrıntıları anlattım.
OKTAY KÖSE’NİN ONURLU DAYANIŞMASI
Asıl büyük, onurlu sürpriz dostluğumuz Demirel’in ünlü Karadeniz gezisi ile sınırlı kalmış, bir daha hiç göremeden aramızdan ayrılan gazeteci arkadaşımız “Oktay Köse”nin onur verici gazetecilik duruşu ve dayanışmasını anlatan masama bırakılmış mektubuydu. Elbette saklamıştım. Sonraki yıllarda boşaltmak zorunda kaldığımız Pembe Konak’ın, en alt katında bir tür kupür arşivi olarak kullandığımız, tüm yazılarımın kesilmiş kopyalarının da bulunduğu karton kutuların fareler tarafından kemirilip atıldığını öğrendiğimiz yıllara kadar. Oktay Köse, zorunlu tanıklıklarının utancında olup biteni ayrıntılı anlatan bir mektubu, gazetede benden sorulabilecek sorulara ilk bilgi, kanıt olmak üzere benim gazeteye ilk geleceğim güne dönük olarak masama bırakılacak şekilde elden ulakla ulaştırmıştı. Sonuç olarak “İlk sorgulamalarında bu mektubu kanıt olarak kullan, gerekirse bana ulaş, nerede olursam olayım, kimler isterse anlatmak üzere gelirim” diyordu..
Yaşadıklarından sonra aynı koşullarda işine devam edemeyeceğini düşünmüş, eğitimi sayesinde Viyana’da gazetecilik yapmayı seçmişti. İstanbul aktarmalı uçak yolculuğunda mektubu bırakmıştı. Yolumuz bir daha hiç çakışmadı. Yazılarının hiç çıkmadığının ayırımına vardığımda söz konusu gazetenin içindeki arkadaşlardan bilgi almaya çalıştım. Sağlık sorunları ile genç yaşlarda gazetecilik yaşamına, bu dünyadaki yaşamına da veda ettiğini öğrendim. Ailesine ulaşmayı gıyabında bir teşekkür borcumu iletmeyi bile başaramadım.. Mesleğimizde, medyanın yanıltıcı etkileme, güdüleme gücünün tırmanışı ile bağlantılı olarak, giderek büyüyen bir kör döngü içinde gerçek onurlu gazeteciler ile, marka olmuş ama kimliklerini, onurlarını satarak şöhret olabilen gazeteciler ayrışmasının tırmanışı katlandı. Günümüzde dev sorunları, olumsuz sonuçlarıyla ülkemizde yaşananların ucundan da algılanabilmesi adına tanıklıklar giderek daha bir anlam, işlev kazanacak..