Yeni Şafak gazetesi yazarı Ali Saydam, çocukluk anılarından yola çıkarak Kurban Bayramı’nı anlattı. Toplumun inanç ve değerlerine saldıranları eleştiren Saydam, kurban kesimiyle ilgili tartışmaların tarihçesine değindi. İslamofobi’nin Türkiye’deki yansımalarını analiz eden Saydam, şunları kaydetti:
“Kurban denince, yaşı ilerlemiş herkeste olduğu gibi benim de hemen çocukluğumdaki Kurban Bayramları gelir aklıma. Babam devlet memuruydu. Yıldız Teknik Okulu’nda makine elemanları hocasıydı.
Daha ekonomik olduğu için kesilecek kurbanı zamanı geldiğinde değil, çok önceden, minicik kuzuyken alır, onu 1950’lerde ‘sayfiye’ olarak tanımlanan ve nüfus yoğunluğundan henüz nasibini almamış, geniş bahçeler içinde en fazla iki katlı binaların bulunduğu Feneryolu’ndaki evimizin bahçesinde, yeşilliklerin içinde aylarca beslerdik. Kurban Bayramı geldiğinde de mahallenin kasabı Müfit amca gelip keserdi semirmiş koyunumuzu…
Kuzuya bir de ad konurdu… Hatırladığım en sonuncusunun adını ben koymuştum: Yaşar… Ne garip değil mi?..
ÖNE ÇIKAN VİDEO
Ben bu kuzularla büyüdüm… Hele Yaşar… İyice alışmıştık birbirimize. “Yaşar gel!” diye çağırdığımda koşa koşa gelirdi yanıma… Elimle beslerdim Yaşar’ı. Abartmıyorum, Yaşar en yakın dostumdu benim… Bahçede ben nereye, o oraya… Yaşar kadar olmasa da ahbaplığı yoğun şekilde geliştirdiğimiz bahçemizdeki hindiler, tavuklar, kedi ve köpeklerle büyük bir aile gibiydik…
Yaşar’ın kurban edildiği günü hiç unutmadım… Tüm aile; anneannem, annem, ablam, ağabeyim, o yıllarda Kilis’ten kalkıp üniversite eğitimi için geldiği İstanbul’da bir süre yanımızda kalmış ve bana ilk okuduğum romanı -Robinson Crusoe- hediye etmiş olan amcamızın kızı Aydek ablam ve tabii ki ben, rahmetli babama -hiç hak etmediği hâlde- uzunca süre küsmüştük…
Yurt dışındaki üniversite yıllarımda, o zamanlar en ucuz gıda maddesi olan tavuk ve hindi etinden uzak durmamın ve sonrasında da kurban etinden yapılan kavurmaya ağzımı sürmememin nedenlerini öyle uzun boylu araştırmaya gerek yoktu…
Bütün bunlara rağmen hiçbir zaman toplumun inancı, değerleri ve gelenekleri ile didişmek aklımızın köşesinden geçmezdi… Ayrıca bir ömür boyu fırsat buldukça yediğimiz et ürünlerinin tarlada yetişmediğini idrak edeli çok olmuştu… 2000’lere gelene kadar Kurban konusu hiçbir zaman toplumun hiçbir düzeyinde tartışma konusu yapılmamıştı.
Kurban kesimi ile ilgili başlatılan geyiklerin, klişe tartışmaların tarihi aslında hiç de eski değildir… Dünyada bir anda alevlendirilen İslamofobi (İslam düşmanlığı) ve onun Türkiye’deki uzantılarının gelip takıldıkları yerlerden biridir Kurban meselesi…
Toplumun nerdeyse yüzde yüzü tarafından kabullenilmiş olan bir inanç unsurunu, vaftizlenmiş zihinlerle yerden yere çalmanın hiçbir işe yaramadığını, tersine, inançlı insanları rencide edip kızdırmaktan öte gitmediğini görememek için özüne ancak bu kadar yabancılaşır insan…
Kurban’ın inanç odaklı analizini yapıp anlamaya çalışmak yerine, kesim sırasında kendisine zarar veren amatör kasaplara; ipini koparıp kaçan, sokakları ve trafiği birbirine katan büyük baş hayvanların haberlerine odaklanan; ortalıkta kesim yapıp çevre kirliliğine neden olan kültür yoksunlarını alay konusu yapan ve nihayetinde tüm İslam âlemini aşağılamaya çalışan, ancak örneğin uçağa binerken ya da ölümle burun buruna geldiklerinde “Ne olur ne olmaz” diye bildikleri tüm duaları eden İslam düşmanı Müslümanların(!) yaptıklarına ‘Etki Ajanlığından’ başka ne denebilir…
Bu türün bazı örneklerinin düğünlerini bir İskoç kilisesinde yapmak isteyenlerine, Nice’te İstanbul uçağına binerken arkadaşlarına dönüp “Sılaya gidiyorum” diye hayıflananlarına, bu kulaklar bizzat tanık olmuştur…
İşin tuhaf tarafı kimse onlara bulaşmaz… Keşke onlar da biraz sakinleyebilseler… (…)”