Hukukçu Yazar Ömer Faruk Uysal yazdı: Bitimsiz Bir Monarşi Hevesi Olarak Kemalizm!

İşte Uysal’ın kaleme aldığı o yazı;

 Kemalistler en fazla cumhuriyet ile övünür. Padişah, yani tek adam ülkeden kovulmuş, bir halk rejimi olan cumhuriyet kurulmuş, ülkeye, özgürlük, demokrasi ve modernite gelmiş, Batılılara benzemişiz. Bunlar cumhuriyetin büyük kazanımlarıdır!

              Ancak hiçte iyi gitmeyen birşeyler vardır. Cumhuriyetin cumhuru, (yani halkı),  Repuplic’in puplic’i yoktur. Herşey ama herşey, tek bir adamın elinde ve iki dudağının ucundadır. Cumhuriyeti kuran, Reis-i Cumhur olan, tüm yetki ve yetkeleri tek başına elinde tutan, devrimlere karar veren, diğer savaş kahramanı olan generalleri tedip eden, sözüne uymayanları asabilen bir monark, tek adam!

              TBMM üyelerini kendi belirleyen, Terakkiperver Cumhuriyet Fıkrasına geçen, kendi belirlediği 8 mebusu astıran, Kazım Karabekir ve diğer arkadaşlarının, İzmir Suikastı davasında, mahkemeyi basan subaylarca kurtarıldığı, hiç serbest seçime girmemiş ve hiç seçim kazanmamış bir Cumhurbaşkanı.

                Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nı müstebid denilen Abdülhamid Han seçemez ve meclisin faaliyetlerine karışamazdı. O meclis, anayasaya aykırı bir zorbalıktı, ama Sultanın azline dahi karar verebildi!

                 Nasıl bir Cumhuriyet ise, serbest seçimler yerine, tek adamın atadığı mebus olur, majestelerin meclisi mahiyetindeki TBMM’de  majestelerini seçerdi. Sultan Abdülhamid ve sonra gelen Sultanlarda bu gücün onda biri yoktu. En ufak bir eleştiri, itiraz ve muhalefette asılmanız işten bile değildi.

                 Atanarak teşekkül eden TBMM’nin, basit bir şekilden başka fonksiyonu da yoktu. Öyle anlaşılıyor ki, Cumhurbaşkanı değil meclis, yakın arkadaşları veya danışmanlarıyla da, konuşup, istişare etmezdi.

                  Erzurum Kongresi dönemleri, tarih, 28/7 1919 Mustafa Kemal,  Mazhar Müfid Kansu’ya yaz bakalım; “Zaferden sonra hükumet biçimi Cumhuriyet olacaktır… Bu bir. İki Padişah ve Hanedan hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır. Üç Fes kalkacak, medeni Milletler gibi şapka giyilecektir.” Demiştir.

                    Cumhurun Reisi tamamen şahsına özel  ajandasını, meclis veya arkadaşlarıyla dahi, hiçbir şekilde istişare etmez, bildirir ve not ettirirdi. Ajandasında yer almayan boş işlere ayıracak zamanı yoktu!

 

Halbuki TBMM açılışının gayesi, kendi tamim’inde yazdığı gibi, vatanın birliği ile yüce Hilafet ve Saltanat makamlarının muhafazasıydı. Takiyye konusunda da pek mahirdi!

                       Bu arada Cumhuriyet gibi esaslı, tarihi, bir rejim değişikliği planı  akabinde, herkes şapka giyecek sözü, Cumhuriyetin nasıl, Batı özentisinden ibaret, içeriksiz, bir şekilden başka bir şey olmadığı anlaşılıyor. Ee artık kimse, en Kemalisti, CHP’lisi , Cumhuriyetçisi bile şapka (devrimi) takmıyor. Kimse Klasik Batı Müziği (devrimi) dinlemiyor! Artık şehit cenazeleri Chopin’in Cenaze Marşı ile değil, olması gerektiği gibi, Büyük Itri’nin Salat-ı Ümmiye’si ile kaldırılıyor. Zira şehitlerimiz, Batılı birer Hristiyan değiller. Ümmi Peygambere komşuluklarıyla şerefyab olurlar.

                         Cumhuriyet ilanı öncesi hiçbir istişare, hazırlık, açıklama, yapılmıyor. 28 Ekim gecesi Gazinin içki sofrasında; “Arkadaşlar yarın Cumhuriyeti ilan ediyoruz” deniyor ve 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanununa ” Türkiye Devletinin şekl-i Hükumeti, Cumhuriyettir” ibaresi ekleniyor. Kanunda da vurguladığı gibi bu şekilden ibaret bir şey. Fes yerine şapka takılması gibi! Cumhuri, katılımcı, millet iradesine dayanan, demokratik bir muhtevadan yoksun bir biçim, form, “şekl-i hükümet “!

                        Cumhuriyet değerleri ve kazanımları derken, Hitler, Musollini, Lenin, Stalin, Mao, Saddam, Çavuşesku, Enver Hoca, Hafız ve Beşşar Esad, Kuzey Kore Cumhuriyetinde; dede Kim Jong- sung, 0ğul, Kim Jong- il, torun, Kim Yong-un, vs. vs. diktatörlerin hepsi Cumhurbaşkanlarıdır!!!  Ortak akıl, millet iradesi, meclis, denetim, şeffaflık, hak getire.

                          Batı’ya özenmişiz ama Batı’da İngiltere, Belçika, Hollanda, İspanya dahil 11 tane Meşruti Monarşi var. Ve demokrasinin beşiği olarak Fransa Cumhuriyeti değil, İngiliz Krallığı kabul ediliyor. Avrupa Monarşileri bizden ve çoğu Cumhuriyetten daha demokratik, açık, katılımcı, sayılıyor! Biz Osmanlı Meşruti Monarşi’sini ve Osmanlıyı kendi ellerimizle niye yok ettik? Avrupalı düşmanlarımızın tüm gayesi de bu değilmiydi? Neden düşmanlarımızın maksadına hizmet ettik? İttihat ve Terakki ve tek parti döneminde istisnasız herşey daha kötüye gitti. Koca cihan İmparatorluğunu yedik bitirdik. İstibdat, tarihimizin hiçbir döneminde olmadığı kadar koyulaştı. Hanedan-ı Ali Osman,  zalim, katliamcı, sömürgeci, İngiliz Windsor hanedanı kadar saygıyı haketmiyor muydu? Bize Osmanlıyı kovun, Hilafeti kaldırın diyen İngilizler, Krallıklarına toz kondurmuyor! Kral tüm Anglikan Kilisesinin reisi aynı zamanda, laiklik te  yok tabii.

                             Denebilir ki, Lenin, Stalin, Hitler, Musollini, Mao diktatördü, Atatürk de mi diktatör? Cevabı kendisi versin;

                             “Bugünkü manzaramız aşağı yukarı bir dictature manzarasıdır[…] Halbuki ben cumhuriyeti şahsi menfaatim

 için yapmadım. Hepimiz faniyiz. Ben öldükten sonra arkamda kalacak müessese, bir istibdat müessesesidir. Ben ise millete miras olarak bir istibdat müessesesi bırakmak istemiyorum.”

                                Veya “[…]Milletin, şahıslara kendini unutacak ve kendini kaptıracak kadar meclup (hayran) olması iyi netice vermez.” “Cumhuriyeti şahsi menfaatim için yapmadım” derken bile, cumhuriyetin aslında tamamen şahsi, kişisel, bir tasarrufu olduğunu da ikrar etmiş oluyor! Yaptım veya yapmadım tamamen kişisel bir tasarruf değil mi? Böylelikle, diktatörlük, istibdat, Kemalizm, eleştirisi yapmış oluyor ki, takdire şayandır. Ancak bir başkasının eleştirisine de asla tahammül edemiyor.

                               “Kanla yapılan inkılaplar daha muhkem olur, kansız inkılap ebedileştirilemez. Fakat biz bu inkılaba vasıl olmak için lüzumu kadar kan döktük. Bu kanlarımız yalnız muharebe meydanlarında değil, aynı zamanda memleketin dahilinde de döküldü” (Söylev ve Demeçler) (Mesela, Rizenin iki gün boyunca bombalanması! Harpte düşman’a karşı kullanmadığımız donanmayı, Sulh te, düşmanla savaşmış, kanını dökmüş, kendi milletimize karşı kullandık!

                                Keza Nutuk’ta, saltanatın kaldırılması hususunu görüşmekte olan TBMM komisyonuna hitaben; istediğimi yapmazsanız, “ihtimal bazı kafalar kesilecektir” diye ağır bir tehdit savurduğunu kendisi beyan etmektedir!

                                Mustafa Kemal herşeyden önce bir askerdir, Gazi bir asker! Hedeflerine ulaşmak, rakiplerini ve muhaliflerini bertaraf etmek, politik kariyerini realize veya konsolide etmek için, askeri metotları sert, acımasız ve çok kullanan bir asker! Bu gerçeği uygulamalarından gördüğümüz gibi, yukarıda arz olunduğu üzere  kendi beyanlarında da  görmekteyiz.  Bu hal bir monarşi midir? Evet, tam bir tek adam, tek parti, tek ideoloji rejimi! Tarihimizde hiçbir sultan, bu kadar keyfi davranma, kendi halkına hayatta görmedikleri şeyleri dayatma, ağzından çıkanın yasa -anayasa olduğu bir otoriterlik vuku bulmamıştır. Müstebid ithamına en çok maruz kalan Abdülhamid Han, tek adamlıkta oldukça amatör kalır.

                               Ankaranın valisi, belediye başkanı ve tek parti CHP ‘nin Ankara il başkanı tek bir kişiydi; Nevzat Tandoğan. CHP’nin altı oku, anayasa ile korunmaya alınan anayasal ilkelerdi. Bir başka parti kurulamaz, kazara kurulmuş ise, Atatürk’ün seçtikleri dahi olsa o parti mebusları asılırdı.Hiçbir şekilde serbest seçim yapılmaz,  mebusların tamamını Mustafa Kemal atardı. Onları da ister atar, isterse de  tutardı!

                               Peki, bunlar geçmişte kaldı, neden bitimsiz bir monarşi? Şundan bitimsiz bir monarşi! Başta anayasa, her türlü yasalar, MEB ve YÖK mevzuatı, asker, mebus, hukuk, hekim ve her türlü yeminler Atatürk’e sadakat dayatıt. Her yerde Kemalist bir endokrinasyon (beyin yıkama) ısrarlı ve vurguludur. Onun fotoğrafı olmayan bir sınıf, işyeri, kurum, olamaz. Heykeller ve zorunlu saygı duruşları vs. vs.

                              F. Castro ; “Öldükten sonra dahi ülkesini yöneten tek lider, Atatürk” diyor. Sözcü gazetesi bunu sevinçle manşet yapıyor. Em. Tümgeneral Dr. Naim Babür’de; “Atatürk ölmedi, ülkeyi halen o yönetiyor” diyor, gururla. Yani seçimler, demokrasi, çoğulculuk ve ortak akıl, hak getire. Davul kimin omzunda olursa olsun, tokmak hep Kemalistin elinde! Türkiyeyi halen Atatürk yönetiyorsa, Menderes, Demirel, Özal ve Erdoğan nasıl diktatör olabiliyorlar?

                               Ölmüş bir insan elbette koca bir ülkeyi yönetemez. Yönetenler veya yönetme çabasında olanlar, Atatürk’ü ağır bir şekilde istismar edenlerdir. Ve bir asır geçti,  artık seçilmiş meşru yöneticiler yönetsin’i de kabul etmiyorlar. Bu monarşik düzen hiç bitmesin, istiyorlar. Son tahlilde Kemalist istismarcılar, Kılıçdaroğlu, İmamoğlu ve Özel, Atatürkün bitimsiz monarşisini paylaşamıyorlar!

                              ” Atatürk gibi bir ulu önder gelmemiştir ve gelmeyecektir”

İddiası, Türk milletine, geçmişteki ve gelecekteki evlatlarına ve liderlerine bir hakaret değil mi? Alpaslan, Fatih, Yavuz, Kanuni Süleyman sıradan liderler midir? Atatürk, Alpaslan gibi Anadolu kapılarını mı açtı? Çağ açıp çağ kapamış bir Fatih midir? Frenk tabiriyle, bir muhteşem Süleyman mıdır? Ataları Osmanlılar gibi, üç kıta yedi denize mi hükmetti? Hiç böyle bir ülküsü oldu mu? Yoksa küçük bir Türkiye çerçevesi mi çizdi? Gelecekteki liderlerin sıradan olacağına nasıl hükmedilebilir? Tarihi 1920’lerde dondurmak mümkün müdür? Bu aynı zamanda İnönü, Ecevit,

Baykal ve Kılıçdaroğlu’nu da gömmek değil mi? Kemalistler neden ikinci bir Atatürk beklentisi içindeler? İmamoğlu’na bile İBB’yi kazandığında, işte ikinci Atatürk demediler mi? Bir seçim kazanmak ve yurt içindeki rakibini yenmek kişiyi ikinci Atatürk yapar mı? Atatürk hiç seçim kazanamadı! Cumhurbaşkanı Erdoğan onlarca kazandı! Bir lider çıksa Kıbrısın tamamını, Adalar denizi adalarını, Musul, Kerkük, vs’yi vatan topraklarına katsa, Misak-ı Milli sınırlarını realize etse, Atatürk’ten küçük bir lider mi sayacağız? Veya İslam ülkelerinin liderliğini üstlenip, BM’de veto yetkili bir Türkiye olsa küçümseyecek miyiz?

Yorum yapın