Muharrem Coşkun
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 22 yıllık iktidarları döneminde ‘Yeni Türkiye’ yolunda önemli adımlar attıklarını ancak iki konuda arzu edilen başarıyı yakalayamadıklarını pek çok defa ifade etti ve bunları; ‘Eğitim ve Kültür’ olarak gösterdi. Milli Eğitim Bakanlığı da geçtiğimiz günlerde hazırladığı taslak üzerinden uzmanlara, STK’lara ve velilere çağırıda bulundu, müfredat değişikliğini kamuoyunda tartışmaya açtı.. Aslında benzer bir girişim 2017’de de yapılmıştı.. Müfredat değişikliği ile alakalı bugünkü tartışmaları anlamak için biraz daha gerilere, hatta erken cumhuriyet dönemine, Tek Parti yıllarına gitmekte fayda var.
‘Makbul vatandaş’ tezi
Osmanlı Devleti tarih sahnesinden çekilmesinin ardından, 29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet, Osmanlı’dan kalan okulları ve müfredatı küçük rötuşlarla da olsa devralmıştı. 1924’teki ders programında dahi ilkokul ikinci sınıftan itibaren Kur’an-ı Kerim dersi mevcuttu. Bu durum 1926’ya kadar sürdü. 1926’dan sonra ise müfredatta ciddi değişiklikler başladı. Aslında, ders kitapları konusunda sorun, 3 Mart 1924’te kabul edilen ‘Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra yaşanmıştı. 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle birlikte ilk, orta ve liselerden din dersleri kademeli olarak kaldırılmıştı. Yönetmeliklerde yer alan sadık bir teb’a yetiştirme amacı ve padişahın doğum ve tahta çıkış günlerinin anılması yürürlükten kaldırılmış, yerini ‘makbul vatandaş’ tezi ve ‘Ulu Önder’ kültü almıştı. Bu yapılırken doz fazla kaçmış olmalı ki, Cumhuriyetin 15. yılında CHP tarafından hazırlanan ‘Şeref Kitabı’nda gençliğin duygu ve düşünceleri ‘makbul vatandaş’ arzusunun da ötesine geçildiğini gösteriyordu.
Mesela; Kazım Ökmen isimli ilkokul 5. sınıf öğrencisi, “Düşmanla işbirliği edip yurdunu satan alçak, hain, nankör padişahları sensin kovan… Ey büyük Ata! Ey Tanrı’nın oğlu, 17 milyon yetiştirdiğin, yokken var ettiğin, Türk gençliği senin ve yurdum için her vakit canını vermeye hazırdır. Hepsi bu uğurda can vermeğe ant içmiştir” diye yazıyordu.
Balıkesir Lisesi 1. sınıf öğrencisi Rezan Tektaş, şu ifadeleri kullanabiliyordu: “Vakti ile padişahlar varmış, ulusu onlar sözde idare edermiş. Halbu ki onlar yüzyıllarca Türk ulusunu esir gibi kullanmışlar, bilgisiz bırakmışlar, soymuşlar, parasız, aç ve sefil koymuşlar. Hatta bunların en sonuncusu yalnız kendi canını düşünerek esir yaşamasına razı olmuş. Sen bütün bu fenalıklara hayır diyerek isyan etmiş, Anadolu’ya geçmişsin.”
ÖNE ÇIKAN VİDEO
Kırşehir Ortaokul 3. Sınıf öğrencisi Leman Çiçekdağı ise şiirle sesleniyordu:
“Ufukta sonsuzluğu çizen kudretli bir el,
Göklere yükseliyor ilah gibi bir heykel,
Bu varlığın önünde bir dakika dize gel,
Bu taş daha kutsidir o Kabenin taşından.”
Redd-i miras dönemi
Cumhuriyet döneminin ilk müfredat programı düzenlemesi olan 1924 müfredat programında Saltanat, Osmanlı Hanedanı ve Hilafet ile ilgili konular programlardan ve ders kitaplarından çıkarılmıştı. Nesilleri duygusal olarak Osmanlıdan koparmayı ve Cumhuriyetle olan bağlarını güçlendirmeyi esas alan bu değişiklikler, ‘1924 İlkmektebler Müfredat Programında’; “Osmanlı Sarayının Hıyanetleri” sık sık vurgulanıyordu.
Örneğin, 1927’de okutulmaya başlanan ilkokul Yurt Bilgisi kitabında, “Padişahlık bir sülaleye aittir. Bunlar içinde, Abdülhamit gibi zalimleri Vahdettin gibi hainleri görülmüştü” (İlk Mektepler İçin Yurt Bilgisi, 1927, sh.45) ifadeleri yer alıyordu.
Yine Yurt Bilgisi 4. sınıf kitabında, ‘Uyanık Türk ile Softa’nın tartışmasında, dindarlar aşağılanıyor, dindar softanın hastane yapımına bile karşı çıktığı diyaloglarla anlatılıyordu. Aynı derslerde, 23 Nisan, 10 Temmuz, 31 Ağustos, 29 Ekim bayram olarak sayılıyor ama dini bayramlardan söz edilmiyordu. Kitaplarda bir öğretmen ile imam karşılaştırmaları yapılıyor, okuma metinlerinde ‘Arap Hafız’ lakaplı imam, öğretmene aşağılatılıyordu. Hafızlar, imamlar ve dindarlar ‘Sahtekar, üfürükçü, ırz düşmanı’ öğretmen ise çağdaş, akıllı, uyanık olarak karakterize ediliyordu. Osmanlı’ya öfke, nefret ve hakaret ifadeleri hemen hemen bütün derslere serpiştirilmişti. Musiki/müzik dersi müfredatında ise yerli halk müziği çıkarılmış, batı müziği mecbur edilmişti.
Tarih kitaplarında din
Günümüzde Türkiye’deki bütün üniversitelerde okutulan Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Dersi ise, ilk olarak 1925 yılında Ankara Adliye Hukuk Mektebinde Mahmut Esat Bozkurt tarafından ‘İhtilaller Tarihi’ adıyla verildi. 1933’te okutulan İnkılap Tarihi’ ya da Devrim tarihi metinlerini yazan kimse ise, dini ‘zehir’ olarak tarif eden Recep Peker’den başkası değildi.
Yine bu dönemde, ders kitaplarında özellikle de tarih kitaplarında önemli değişiklikler dikkat çekecektir. 1931’de T.T.T. Cemiyeti Tarafından yazılan ve 1941 yılına kadar ortaokul ve liselerde okutulan Tarih kitaplarında, İslam dini ve peygamberi Hz. Muhammed’le ilgili hakarete varan ifadeler kullanılıyordu: “Muhammed’in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur’an denir. Hakikatte peygamberin ilk söylediği Kur’an ayetlerinin ne olduğu kati surette malum değildir. Muhammet başlangıçta doğaçtan dini hitabette bulunan bir vaiz oldu. Muhammed vaizlikten nebiliğe, nebilikten nihayet Allah’ın resulü haline geçti.” Aynı kitaplarda Cennet ve Cehennemin olmadığı, Allah inancının ise eski insanların doğa korkusundan ortaya çıktığı yazıyordu. Darwin Teorisi de kitaplarda genişçe kendine yer buluyordu. Hümanist anlayışın kültür politikalarına hakim olduğu İnönü döneminde tarih kitaplarının müfredatları da değiştirildi. Örneğin 1947 yılında yazılmış olan lise Tarih 1 kitabında ağırlıklı olarak Avrupa tarihi okutulmaktaydı. Kitabın içeriğinde bakıldığında yüzde 40 Yunan tarihi, yüzde 40 Roma tarihi, yüzde 8 Eski Anadolu tarihi ve yüzde 8 oranında da diğer konulardan bahsedilirken, Türk tarihinin kitap içerisindeki oranı ise sadece yüzde 4’tü. Darwin Teorisi de kitaplardan çıkarılmıştı. Milli Şef İnönü Devri’nde din eğitimi müfredatta yoktu, Cumhuriyet devrimlerini anlatan konular ve Tek Parti devrinde yapılanlar ders kitaplarında genişçe anlatılıyordu. Ancak bir fark vardı. Atatürk döneminde her başarıda Atatürk üzerinden konular irdelenirken, İnönü devrinde Atatürk geri plana çekilmiş, İnönü ön plana geçirilmişti. Öyle ki resmi tarihin kaynağı yapılan Nutuk bile İnönü devrinde yeni baskı yapamayacaktı.
Darbeye bayram dediler
Müfredat mevzuları bugünkü gibi halka sorulmuyordu elbette. Güçlü olan, yönetimi ele geçiren dilediği gibi müdahale edebiliyordu. Örneğin 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra, dersin içeriğinde birtakım değişiklikler yapılmıştı. 1960 yılında ‘Ortaokul III. Sınıf Yurttaşlık Bilgisi’ kitabı ile verilmek üzere ek bir kitap da basılmış (27 Mayıs İnkılâbı) ve Demokrat Parti üyelerinin olabildiğince küçük düşürüldüğü bir dil kullanılmıştı. Bazı metinler şu şekildeydi:
“Devlet…millet paraları hesapsız harcanıyor, bir kısmı çalınıyordu… Türk Milleti Atatürk’ün çizdiği yoldan alıkonulmaya çalışılıyordu… Türk Milleti geriye doğru götürülmek isteniyordu.”
“…Atatürk’ün izinde olan Türk Silahlı Kuvvetleri harekete geçtiler…. [onlar] memleketi düştüğü felaketli durumdan kurtarmak, Cumhuriyeti ve milletin insan haklarını korumak, parti çekişmelerine son vermek azmindeydi… Kansız 27 Mayıs İnkılâbı ile yurt içindeki huzursuzluk ve güvensizlik sona erdi.”
“27 Mayıs Devrimi, yurdumuzda yapılan devrimlerin en büyüğü ve en anlamlısıdır.”
Yine 27 Mayıs’ın bir inkılâp olarak adlandırılması ve ayrıntılı bir şekilde anlatılabilmesi için bu isimde üniteler konulması dikkate değerdir. Ayrıca DP döneminde eklenen bölümler de kitaplardan bir bir çıkarılmıştı.
Kitabı askerler yazdı
1970’lerden itibaren ise, standartlaşmış bir Atatürkçülük versiyonu üzerinde çalışılmaya başlandı. 1976’da ordu kendi personeline Atatürkçülüğü daha sistematik bir şekilde öğretme çabasına girdi. Bu maksatla, ‘Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihimiz’ adıyla bir kitap hazırlandı. 1978’de kitap tüm birliklere dağıtıldı. Ordu eliyle yürütülen Atatürkçülüğü öğretme çabaları 1980’e doğru sivil kesime de kaydırıldı. Bu çerçevede 1979 yılı Mayıs ayında Genelkurmay Başkanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı’na Milli Güvenlik dersleri için yeni bir program göndermişti. Atatürk ve Atatürkçülüğe daha fazla yer verilen programın amacı, ‘Türk gençliğini Atatürk ilkelerine inançla bağlı olarak yetiştirmek’ olarak açıklanıyordu. Böylece 1970’lerin sonuna gelindiğinde, ordu yalnız kendi personeline değil, orta ve yüksek öğrenim gençliğine de Atatürkçülüğü öğretme çabasına girmişti. Başlıca kaynaklar, Kara Kuvvetleri’nin hazırladığı, ‘Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihimiz’ ile Genelkurmay’ın ‘Milli Güvenlik’ dersleri idi. Milli Güvenlik derslerini ise sivil okullarda subaylar anlatıyordu. Bu durum 2012 yılına kadar devam edecekti.
‘Washingtonculuk’ dersi olabilir mi?
Bugüne dek süren ve tartışması bitmeyen Atatürkçülük ders ve müfredatı ise 12 Eylül 1980 ihtilali ile zorunlu hale gelmişti. Darbe sonrası, dersin adı “Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi” yapılmış, bu arada dersin içeriğinde de birtakım değişikliklere gidilerek yeni esaslar çerçevesinde bir ders kitabı hazırlanmıştı.
Oysa TC. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinin benzeri gelişmiş hiçbir demokratik ülkede yoktu. Örneğin ABD’de, ‘George Washington ilkeleri ve Washingtonculuk’, Almanya’da ‘Otto von Bismarck ilkeleri ve Bismarckcılık’ dersi yoktu. Bununla da yetinilmedi. 18 Ocak 1982’de İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinin yeterli olmayacağı belirtilerek, tüm derslere benzer içeriklerin konulması ve öğretmenlerden yeri geldikçe öğrencileri Atatürkçü yetiştirmeleri için yönerge çıkarıldı. Türkçe’den Din Kültürü’ne, Sosyal’den Matematiğe kadar hatta müzik, beden.. Her ders kitabında mutlaka Atatürkçülük ve laiklikle ilgili bölümler ve şiirler yer alıyordu.
Türk eğitiminin amacını kim belirledi?
12 Eylül 1980 darbecileri; 1973’te çıkarılan 1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nda yer alan, ‘Türk Milli Eğitiminin genel amacı’nı şu şekilde değiştirmişlerdi: Türk Milli Eğitiminin genel amacı: Türk Milletinin bütün fertlerini, Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek…
12 Eylül yönetimi aslında, bu girişimleriyle okulları tam anlamıyla Kemalist İdeoloji kampına dönüştürecekti.
Bu bilgiler öğretilmiyor
100 yılı aşkın bir süredir Türkiye eğitim sistemi defalarca değişti.. Hükümetler gitti, yenileri geldi, darbeler yaşandı.. Ama hiçbir dönemde öğrenciler, Sarıkamış faciasını, Kut’ül Amare’yi, Ali Şükrü Bey cinayetini de, Rize’nin şapka yüzünden bombalandığını, Dersim’de 15 bin kişinin devlet tarafından bombalanarak öldürüldüğünü, ezanın 18 yıl Türkçe okutulduğunu, jandarmanın cemevini de Kur’an kursunu da bastığını, Mehmed Akif’in ‘İrtica 906’ koduyla fişlenip, Safahat’ının yasaklandığını, Mustafa Kemal’in Samsun’a Padişah Vahdeddin’in onayı ve bütçesi ile çıktığını, Filistin’in nasıl elimizden gittiğini.. v.b. okullarda öğrenemedi. Anaokulundan yükseköğrenime kadar yıllarını geçiren nesiller, gerçekleri öğrenebilmek için bir 15 yıl daha resmi olmayan kaynaklara yönelmek zorunda kaldı.
28 Şubat postmodern darbesine kadar sözkonusu derslere pek dokunulmadı. Ancak Talim ve Terbiye Kurulu’nun 04 Ağustos 1999 tarihli kararıyla, 1999-2000 öğretim yılından itibaren ilköğretim kurumlarında işlenmesi kararlaştırılan ‘Atatürkçülükle İlgili Konular’, “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” kitaplarında daha da artırıldı.
Müfredat için birkaç öneri
Taslakta yer alan ‘Maarif, ilim, irfan, medeniyet, mana, nezaket, nezafet, adalet, merhamet, aile, özgürlük, eleştirel bakma, ahlak, dürüstlük, sabır, mahremiyet’ gibi ifadelerin hakkı verilmeli.
Tarih birilerine övgü ve hakaret kitabı değil, herkese hak ettiği değeri vererek objektif anlatılmalı..
‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ taslağında; Hayat Bilgisi’nden Türkçe’ye, Okul Öncesi’nden Sosyal Bilgiler’e ayrıca müstakil bir ‘Atatürkçülük’ dersine kadar,
‘Kemalist’ ideoloji hakimiyetini sürdürürken, diğer tarihi şahsiyetler; Fatih, Kanuni, Selahaddin Eyyubi, Sultan Hamid…v.b de unutulmamalı..
TC. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük yerine, ‘Yakın Türk Tarihi’ veya ‘Milli Tarih’ konulmalı.
Okullar ideoloji yükleyen kamplar olmak yerine; öğrencilere var oldukları toplumu daha ileriye taşıma idealini kazandıran mekanlar olmalı.
Köy okulları açılmalı, zorunlu 12 yıllık eğitimin süresi gözden geçirilmeli, okumak istemeyen, sanat, ziraat ve diğer alanlarda yeteneği olan çocukları okula zorla taşımaktan vazgeçilmeli.
Bölgesel müfredat uygulanmalı; Türkçe, Matematik gibi ortak ana dersler haricinde, Karadeniz Bölgesinde, çay yetiştiriciliği, Ege Bölgesinde, zeytincilik gibi bölgelere yönelik uygulamalı dersler getirilmeli.. Öğrencinin ailesiyle bahçede ve tarlada yaptığı uygulama ders notuna dönüştürülmeli..
Osmanlı Türkçesi, seçmeli değil artık zorunlu dersler arasına alınmalı.
Laikçi medya, yeni müfredattan ‘Atatürk ve laikliğin çıkarıldığını’ iddia etse de, bu tamamen asılsız… Zira, anaokulu dersinden Hayat Bilgisine, Türkçe’den Sosyal Bilgilere kadar hemen her derste bolca Atatürk yer alıyor.