‘Büyük Doğu bütün insanlığa şamil bir kurtuluş yoludur!’

Bahçelievler eski belediye başkanı yazar Muzaffer Doğan ile Baran Dergisi Büyük Doğu’yu konuştu. İşte o röportaj:

İnandığı mutlak dâvânın, bütün insanlığın kurtuluşu demek olan İslâm dâvâsının, İslâmî hayat görüşünün, hayata tatbiki işidir. Büyük Doğu budur. Büyük Doğu bütün insanlığa şâmil bir kurtuluş yolu.
İnsanları, fikirleri oluşturur. Kendinizi hangi ideolojiye/dünya görüşüne nisbetle ifade edersiniz?

Ben, Büyük Doğu İdeolocyasına bağlıyım. Müsaade ederseniz ilk gençlik yıllarımda Büyük Doğu ile tanışmamı anlatayım. Nevşehir’de 1969-1970 yılında liseyi bitirdim. Sağ-sol çatışmalarının yoğun olduğu o hareketli ortamda önce Ülkü Ocağı’nda kendimi buldum. Bir müddet sonra kavganın içinde, hadiselerin içinde Nevşehir Kız Lisesindeki felsefe öğretmeni Necmettin Tozlu Hoca vasıtasıyla Büyük Doğu’yu tanıdım. O dönem, Ülkü Ocaklarında “şeriatçı” diye Büyük Doğu kabul görmüyordu ve oradan ayrıldım. Halbuki, o günlerde duvarlara “Kanımız Aksa da Zafer İslâm’ındır” diye ülkücüler olarak yazıyorduk. Bunu onlara söyleyince, “Sen anlamazsın!” dediler ve beni susturdular. Şeriat ise Allah’ın kanunları demektir. Bundan dolayı Ülkü Ocakları’ndan kopup Nevşehir’de MTTB’yi kurduk. Zaman oldu, Üstad’ınkonferanslarına katıldık. O sıralarda MNP ve peşinden MSP kuruldu. Erbakan ve partisi memlekette müsbet mânada dalgalanmaya yol açtı.

Partinin kurulmasında ve yaygınlaşmasında Üstad’ın etkisi nasıl oldu?

O zamanlar şöyle deniliyordu; “Necip Fazıl var ya, Milli Nizam Partisi’nin tüzüğünü o yazdı, nizamnamesini o yazdı.” Bundan dolayı da, bu partiye muhabbetimiz arttı. Zaten Müslümanlarda siyasî bir şuur uyanmış ve İslâmî temelde bir parti hasreti artmıştı. MSP ve Erbakan bu potansiyel üzerine geldi ve hareket tuttu. Yoksa Erbakan Hoca o tarihe kadar üniversitede kendi işine bakan bir makine profesörüydü.

O dönemle alâkalı aktarmak istediğiniz ilginç hâtıranız var mı?

Birçok hâtıram var. Birini anlatayım. Mefkûreci Öğretmenler Derneği başkanı Zeki Soyak, bu derneği kurmadan önce Nevşehir’de derneğin adını tartıştıkları bir toplantı yapmıştı. Ben de genç yaşıma rağmen bu toplantıya katıldım. Tam o sıralarda “İdeolocya Örgüsü”nü okuyorum, tam anlamıyorum ancak döne döne okuyorum. O günlerde bu kitapta “Mefkûreci Ahlâkı” diye bir başlık üzerindeyim. Onun tesiriyle olsa gerek, hocalar isim üzerinde tartışırken, ben de bu ismi teklif ettim. Öğrenci olduğum için önce tereddütle bakıp, “bir düşünelim” dediler. Sonra baktım ki, iki üç gün sonra “Mefkûreci Öğretmenler Derneği” ismiyle derneği kurmuşlar. Tabii ki, buna çok sevindim.
ÖNE ÇIKAN VİDEO

Gölge ve Akıncı Güç’ten bahsedelim.

İslâmcı camia içinde Nurcular var, bizi Nurcu yapmaya çalışıyorlar. Süleymancılar var, bizi Süleymancı yapmaya çalışıyorlar. Hüseyin Hilmi Işıkçılar var, bizi Işıkçı yapmaya çalışıyorlar. Işıkçılar Efendi Hazretlerine çok saygılılar. Oradan ilgimi çektiler. Ancak baktım ki baltayı taşa vurdular. Necip Fazıl’ı Erbakan ile birlikte kötü bir şekilde karikatürize ettiler. O zaman onlardan uzak durmaya başladım. Bu grupların üçünden de uzak durmaya çalıştım, yanımdaki gençlere de bunu telkin ettim. 1976 yılında Nevşehir’de Akıncılar Derneği’ni kurdum, il başkanlığını yaptım. Akıncılar Derneği başkanı olarak Üstad ‘a bir mektup yazdım, “Sizin yanınızda olmak istiyorum” diye. Ancak o sıralar Üstad’ın MHP’yi desteklemesi ve benim mektubumun bir kısmının Hergün gazetesinde yayınlanması üzerine dernekte ihtilaf çıktı ve ayrılmak zorunda kaldım. Halbuki, bu mektupta MHP’den bahsedilmiyor, Büyük Doğu dâvâsından bahsediliyordu. Ancak mektubun yanlış değerlendirildiğini gördüm. Halbuki ideoloji ile onun siyaseti ayrı şeyler. Yani biz Büyük Doğucu olan Akıncı ve MTTB’liyiz. Ben Erzurum’da 1976-1977 yıllarında üniversitede okurken, MTTB ile bağlantı kurdum. Orada Gölge Dergisi’ni gördüm. Salih Mirzabeyoğlu’nu okumaya başladım. Erzurum MTTB olarak üç otobüs İstanbul’a, Üstad’ın jübilesine gittik. Üstad’a “İdeolocya Örgüsü” ve “Çile” kitaplarını imzalattım.

Necip Fazıl’la Erbakan’ın ayrılmalarının sebebi neydi, bu münasebetin ne gibi neticeleri oldu?

Erbakan, Üstad’a diyor ki, “Bize bir liste verirseniz meclise girmesini istediğiniz kişilerden, onları milletvekili yapalım, meclise girsinler.” Üstad da bazı isimler veriyor. Sonra Üstad bakıyor ki, Yüksek Seçim Kuruluna verilen listede verdiği isimlerin hiçbiri yok. Bir başka sebep de Üstad’ın, “CHP ile koalisyon kurma! CHP partilerden bir parti değil, küfür ocağıdır. Sen onlarla koalisyona girersen, dâvâyı harcarsın!” diye ikaz etmesine rağmen, CHP ile ittifaka girmesi üzerine, Üstad kızıyor ve tenkidî mâhiyette yazılar yazmaya başlıyor.

O dönem Erbakan, Üstad’a doğrudan cephe almıyor. Bir yandan “O bizim Üstadımızdır, büyüğümüzdür, cevap veremeyiz, saygı duyarız!” dese de parti çevresindeki dernekler ile kişiler üzerinden Üstad’ı itibarsızlaştırmaya yönelik girişimlerden de geri durmuyor.

Hatta bir konferansında, gençler “Üstad yuvaya, Üstad yuvaya” diye tezahürat yapıyorlar! Üstad da, “Ne yuvası, yuvanın sahibi benim, yuva yuvaya dönsün.” diyor. Bu hadiselerin ardından Üstad Milliyetçi Hareket Partisi’ni desteklemeye başladı. Türkeş’le, Beyazıt, Konya ve Kayseri mitinglerine katıldı. Bunun üzerine, 48 Milletvekili, üç senatörü olan MSP, 1977 seçimlerinde 24’e düştü. Sonrasında 1980 Askerî Darbesi oldu.

İran İslâm Devrimi’nden sonra, Erbakan’ın partisine Şia bağlantılı kişiler sızmıştı. Bunların Üstad’a yönelik menfi propagandaları, o dönemdeki bazı gençler üzerinde etkili oldu. Üstad’a cephe aldılar. Akıncı Güç ile Kumandan Salih Mirzabeyoğlu çıkıp Üstad’ın yanında yer alınca, bunu da sindiremediler.

Sonra Üstad vefat etti, Erbakan şahsı itibariyle bu konuları sonradan deşmedi. İlerleyen zamanda benim Büyük Doğucu olduğumu bildiği hâlde, belediye başkanı adaylığıma ses çıkarmadı. Bir seferinde Bursa mitinginde Üstad’ın Sakarya şiirini de okuttu bana. Kitleyi idare etmesini iyi bilen bir farsördü Erbakan Hoca.

Öyle yahut böyle, neticede yaşananlar hayra vesile oldu. Bugün kurulan Cumhur İttifakı’nın temellerini, o dönem Üstad Necip Fazıl, Milliyetçi Hareket Partisi’ni destekleyerek atmış oldu diyebiliriz.

Üstad’ın MHP’ye yaptığı aşıyı, o zaman Akıncı ve MTTB’li biri olarak nasıl değerlendiriyordunuz?

Ankara’da Gazi Eğitim’de okurken Akıncılar Derneği’ne de gidip onları ziyaret ediyordum. O arada 12 Eylül 1980 askerî darbesi oldu, ben üniversiteyi bitirdim. Üstad İman ve İslâm Atlası eserini kitaplaştırdı. Üstad’dan Nevşehir’de dağıtmak için kitaplar aldım, dağıttım. Üstad’ın MHP ile ilişkisinin, onlara fikir aşısı yapmak amacıyla olduğunu idrak ediyordum. Bu benim için bir problem teşkil etmiyordu.

Mirzabeyoğlu ile o dönemde temasınız oldu mu?

Üstad’ın vefatının ardından bir yaz günü Salih Mirzabeyoğlu’nu Büyük Doğu Yayınları’nda gördüğümü hatırlıyorum. Ayağında sandalet vardı. Büyük Doğu davasının yürütülmesi için Mehmet Kısakürek’e bazı şeyler anlatıyordu. Baktı ki aradığı sese karşılık bulamıyor, oradan ayrılıp kendi yoluna devam etti. Ben hadiseye tam vâkıf olamasam da Mirzabeyoğlu’nun daha sonra yaptıklarından ve eserlerinden bunu anlamak mümkündür. Mehmet Kısakürek sadece yayıncılığı sürdürmeyi amaçladı. Her ikisine de Allah rahmet eylesin. Tabii vazifeleri farklı idi.

İBDA “YÜRÜYEN BÜYÜK DOĞU” DÂVÂSIDIR

Mirzabeyoğlu ve İBDA fikriyatını takipçiliğinizden bahseder misiniz?

1975-1978 arası çıkan “Gölge” ve 1979 senesinde çıkan “Akıncı Güç” dergilerini biliyorum. Zaten İbda “Yürüyen Büyük Doğu” dâvâsıdır. 1987 senesinde ise, İbda çizgisinde “Tavır Dergisi” çıktı. İstanbul Üniversitesi önünde üç İbda’cı gencin türban için başlattığı açlık grevleri memleket sathında yankı buldu. Kumandan Mirzabeyoğlu, 1987-1988 senelerinde İbda mensuplarının cephe/büro tarzı teşkilâtlanarak geniş bir cephede faaliyetlerini sürdürmelerini istedi. Onun amacı, Büyük Doğu dâvâsının, hayatın bütün şubelerine nakşedilmesi idi. Bunu sadece illegal mânâda anlamamak gerekir. Büyük Doğu-İbda fikriyatına bağlı, ancak birbirinden bağımsız faaliyet yürüten cephelerin farklı alanlarda, cemiyeti iplik iplik örmesi olarak anlayabiliriz. Evet, ben de içinde bulunduğum bu çizgiyi kendimce sürdürüyorum ve son nefesime kadar da bu dâvânın adamı olarak kalacağım inşallah. Dolayısıyla da gönüldaşlarla sürekli irtibat hâlindeyim.

ÜSTAD ŞİİRİNİ, FİKRİ İÇİN YAZMIŞTIR

Büyük Doğu dâvâsına sevdalı olduğunuzu biliyoruz. Gençliğinizden beri okuyan, yazan birisiniz. Necip Fazıl denince aklımıza ne gelmelidir?

Necip Fazıl denince akla ilk önce şairliği gelmektedir. Onu iyi tanıyan, büyük şair olduğunu söyler. Bunun yanında hikâyeciliği, tiyatro ve deneme yazarlığı harikulâdedir. Tiyatro eserleri muhteşemdir. Tenkidini bu yolla da yapmasını iyi bilir. Bir Adam Yaratmak, Reis Bey, Para gibi piyesleri harika bir sistem eleştirisidir. Ancak “Üstad iyi bir şairdir, iyi bir edibdir” demek, Üstad’ı eksik anlamak ve eksik anlatmak olur. Çünkü Üstad şiirini, fikri için yazmıştır. Zaten o “Artık barınamam gölge varlıkta / Ver cüceye, onun olsun şairlik / Şimdi gözüm, büyük sanatkârlıkta!” demiştir. Meselenin, şiir veya şairlik olmadığını, gözünün daha ileride olduğunu izah ediyor. “Gözüm büyük sanatkârlıkta” diyor. Öyleyse o büyük sanatkârlık ne? İnandığı mutlak dâvânın, bütün insanlığın kurtuluşu demek olan İslâm dâvâsının, İslâmî hayat görüşünün, hayata tatbiki işidir. Büyük Doğu budur. Büyük Doğu bütün insanlığa şâmil bir kurtuluş yolu.

Bir ucu, insan planında Allah Resulü’ne varır. Çünkü İslâm ona nazil olmuştur. İslâm’ı ilk defa etrafına ve bütün insanlığa tebliğ eden O’dur. Kıyamete kadar O’nunla anılacaktır İslâm. Son Peygamberin getirdiği, tebliğ ettiği bir din olarak İslâm, insanın, Mutlak Kudret Sahibi’nin kurtuluş olarak insanlığa, yarattıklarına gönderdiği bir dünya görüşüdür. Büyük Doğu da, bunu idealleştirerek ve bir sisteme oturtarak İdeolocya Örgüsü’nde anlatıyor. Âlet fikirden bahsediyoruz, tatbik-vasıta ola âlet fikir… Şimdi Büyük Doğu’ya gönül veren bizler de bu dâvâ uğrunda 16 yıla yakın hapis yatmış, hücrede kalmış Salih Mirzabeyoğlu da, onun gibi birçok insan da, İdeolocya Örgüsü’nü böyle görüyor. Biz adamperest değiliz. Yani Necip Fazıl fâni bir insandı ama onda tecelli eden bir dâvâ var. Dâvâ şahıs değil, “şahısta tecelli eden dâvâ” dendiğine göre.

İdeolocya Örgüsü için “Varlık sebebim” diyor Üstad. Neden böyle diyor?

İdeolocya Örgüsü’nün remz teşkil ettiği dâvâ için, İslâm dâvâsı için. Allah ve Resulü’nün dâvâsı için. Burada gene deminki okuduğum satırların ilerisinde ezberimden meâlen okumak istiyorum: “Biz yeni bir inanış değiliz. Bir mezhep değiliz. Biz var olan ve kıyamete kadar var olacak olan bir dâvânın temsilcileriyiz. Onun hayata nakşı dâvâsını güden dâvâcılarıyız. Büyük Doğu budur.” Üstad’ı böyle anlamak lazım.

Büyük Doğu’nun şeriattan zerre taviz vermeden onu hayata tatbik etmenin ideolojisi olduğunu söylemek gerekiyor. İnsan ve toplum meselelerini halledecek bir dünya görüşü/bir ideoloji ve bunu da Üstad, “Yekpâre bir inanış, görüş ve ölçülendiriş manzûmesi” şeklinde ifade ediyor. Manzûme, sistem demek.

Kesinlikle. Üstad bu dâvânın adamıdır. Salih Mirzabeyoğlu Üstad için “Bir milletin varoluş harcını yoğuran mütefekkirdir” diyor ya. Bu varoluş harcı da demin bahsettiğimiz İdeolocya Örgüsü’nün münderecatıdır, muhteviyatıdır. “Ana kaynak İslâm” diyor eserde. Tabii bunların hepsi Ehl-i Sünnet itikadı üzere çiziliyor. Çünkü türlü sapık itikatlar var ve Üstad bunları da ayrı ayrı çiziyor, gösteriyor. Bütün bunlardan ayrı olarak bin küsur yıldan beri sürüp gelen ana damar “Ehl-i Sünnet ve Cemaat” yani sünnet ve cemaat ehli anlayışı. İdeoloji Örgüsü bu temel inanış etrafında yeni zaman ve mekâna göre bir âlet fikirdir.

Büyük Doğuculuk, örneklerini çokça gördüğümüz bir cemaat, tarikat veya bir hizip midir? Mesela sorayım, “Ben Nurcuyum!” demek Büyük Doğu’ya alternatif olur mu?

Biz göğsümüzü gere gere, alnımız açık bir şekilde, “Biz Büyük Doğucuyuz” diyoruz. Bunu adamperest olarak değil hakperest olarak yapıyoruz. Biz Necip Fazıl’ı insan olarak görüyoruz, ama öyle bir insan ki, Allah teâla onun şahsında büyük lütuflar vermiş bu millete, bu milletin yeni nesillerine. Mesela Said Nursi’ye ve eserlerine de saygı duyarız. Fakat birbirinden çok farklıdır bu iki zat. Said Nursi’nin misyonu başka. Risale-i Nurlar, Büyük Doğu ideolocya örgüsüne, birbirlerinin yerine ikame olamaz. Mesela onun hizmet alanı farklıdır. Risale-i Nur bir ideoloji tamlığında değildir. Burada güzel öğütler var. İmana müteallik meseleleri açıklıyor Said Nursi Hazretleri. Risale-i Nurlarda inanılması gereken, Kur’an’a ve sünnete uygunluğu tartışılmaz doğrular var. Kur’an’ın mâna tefsiri var. Kısacası Said Nursi’yi okumadan da gidip bir tefsir okusanız, Said Nursi’nin dediklerini orada birebir görürsünüz. Gidip tam teşekküllü bir tefsir okusanız, Said Nursi’nin dediklerini oradaki hadis-i şeriften, Resulullah Efendimiz’in mübarek sözlerinden hepsini görürsünüz. Onlardan bir süzme yapmış ama bir ideoloji bütünlüğü yok. Risale-i Nur bir dünya görüşü değildir. Orada insan ve toplum meseleleri yok. Devlet, ekonomi, eğitim, ferdin içtimai hayat gayesi, cemiyet hayatı yok. Mesela yabancı dünya görüşleriyle nasıl mücadele edilecek, nasıl savaşılacak, bu anlayış yok. Onlarla nasıl savaşılır, barış dönemlerinde ne yapılır, savaş dönemlerinde Müslüman’ın tavrı ne olmalıdır? Bunlar yok.

İdeolocya Örgüsü’nde bir dünya görüşünün zamana, zemine göre insan ve topluma dair tüm meseleleri ele alınıyor. Bu sebepten Büyük Doğu, asıldan inhiraf etmeksizin, iğne ucu kadar taviz vermeksizin bu işin örgüleştirilişidir.

“TOPÇU VE EKİBİ, BÜYÜK DOĞU’YA ALTERNATİF OLAMAMIŞTIR”

Büyük Doğu’ya kendi görüşlerini alternatif gibi sunan var mıdır? Mesela Nurettin Topçu ve ekolü?

Nurettin Topçu’yu, Üstad’ı tanıdığım yıllarda tanıdım. Profesör Rahmetli Necmettin Tozlu bize, “Cemil Meriç’i, Sezai Karakoç’u, Nurettin Topçu’yu okuyun. Bunlardan derece derece istifade edersiniz ama, izinden gideceğiniz kişi Necip Fazıl Üstad’ımızdır” dedi. Ben de bu öğüde uyarak hepsini okudum. Nurettin Topçu’nun ilk okuduğum kitaplarından biri “Yarınki Türkiye” idi. Neredeyse tüm kitaplarını okumuşumdur. Mesela Maarif Davamız’ı okudum. Orada spirtüalist bakış açısı vardır. Necmettin hocayla da konuşmuştum bu meseleyi. Eserde “ruhçu Anadolu sosyalizmi” diyordu. Ve sonra Mustafa Kutlu gibi, Mehmet Doğan gibi önde gelen Topçu ekibinin hepsi de bu düşüncede. Nurettin Topçu “Ahlâk Nizamı” (1999) eserinde, “Müslüman Anadolu sosyalizmi” diyor. Topçu Büyük Doğu Dergilerinde de yazmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi’ne karşı cephe açtığında Üstad, Büyük Doğu mücadelesiyle o devrin muhafazakarlarına, Cumhuriyet Halk Partisi’ne muhalif olan hemen herkese yazı yazdırmış. Nurettin Topçu daha sonra Üstad’la çizgisini ayırmış. Bu meselede de Üstad Necip Fazıl, Nurettin Topçu’ya çokça yüklendi. “Lokomotif İslâm’dır. Sosyalizm İslâm’a lokomotif olamaz, İslâm’la sosyalizmin uzaktan yakından hiçbir alakası yoktur” dedi. Taraftarları da cevap verecekleri yerde Üstad’a bir “mahkeme” kurdular Ekim Mart, 1976-1977 tarihli Hareket Dergisi’nin 115. sayısında. Bu mahkeme hikayesi de Üstad’ın 50’li 60’lı yıllarda Mehmed Âkif, Yahya Kemal, Nursuz Ataç için kurduğu mahkemeden geliyor. Sen misin onlara mahkeme kuran, biz de sana kurarız dediler. Onlardan mülhem olarak Üstad’a “mahkeme” kurdular ama rezilce bir “mahkeme” oldu. Üstad’ın attığı çöpleri toplamışlar, derleme yapmışlar. Sonra rezil oldular ve o dergiyi toplattılar, ortadan kaldırdılar. Mehmet Doğan, “İki Yol Açıcı: Nurettin Topçu ve Necip Fazıl” isimli bir kitap yazdı. Orada ucundan kıyısından da olsa eski düşüncelerinden farklı olarak Akit’te yazdığı yazılar da vardı. Orada Üstad’ı takdir edici cümleleri de vardı ama Nurettin Topçu’yu Üstad’dan daha ileri görüyordu. Mâlum, biz adam yarıştırmıyoruz. Her aklı başında insan bilir ki, Üstad bütüncül, kuşatıcı bir bakış açısına sahiptir. Ve İslâm’a gölge düşürücü hiçbir şey de yapmamıştır.

Üstad’ın, Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri’ni tanımadan önceki dönemde yazmış olduğu ve daha sonra “bana ait değildir, çöpe attım” dediği şeyleri temcit pilavı gibi ikide bir dile getirmek ahlâkî değildir. Mesela bir insan, Sakarya’yı, Zindandan Mehmed’e Mektub’u, Muhasebe’yi, Destan’ı görmüyor da gidip çöpü karıştırıyorsa, orada bir art niyet vardır.

Nurettin Topçu, “Ahlâk Nizamı” kitabında “Anadolu’nun bütün ruhuyla bağlanabileceği İslâm sosyalizmidir” (s.169) diyor. Aynı eserin bir başka yerinde de “Müslüman Anadolu Sosyalizmi” (s. 25) ifadesini kullanıyor.

Zeytinburnu Belediyesi’nin Necip Fazıl üzerine hazırladığı bir kitap var. Mesela Topçu ekolüne mensup olan İsmail Kara’nın “İdeolocya Örgüsü nasıl ele alınabilir?” başlıklı yazısı var. Yazıda İdeolocya Örgüsü incelenmiş ama ara satırlara içindeki o kızgınlığı sokuşturuyor. Onu da bizim gibiler görüyor. Gülüp geçtik.

İsmail Kara, “Müslüman Kalarak Avrupalı Olmak” (2019) isimli kitabında “İdeolocya Örgüsü Nasıl Ele Alınabilir” başlıklı yazıda, tahlilci olmak adına parça mevzular üzerinden genel hükümler veriyor. Halbuki bütün kavranmadan parçalara hâkim olunamaz. Üstad’ın aleyhinde kullanabileceğini zannettiği bazı tesbitleri ele alıyor ve bunlardan Üstad’ın ideolojisinin temel esaslarına aykırı hükümler çıkarıyor. Böylece İdeolocya Örgüsü’nün mâna ve maksadını atlıyor. Bu yazı akademik tarzda ele alınmış ve bu tarzda çalışmanın da doğru ve isabetli olduğu intıbaı verilmiş, ancak işin aslında “İdeolocya Örgüsü” anlaşılmamış veya anlaşılmak istenmemiş. Mesela Üstad’ın İslâm’ı içten çürütenlere yaptığı eleştirileri “Cumhuriyet ideolojisine yakınlık” (s. 126), Üstad’ın Batı’nın maddeye tahakkümünün hakkını teslim etmesini, “oryantalistik dilin etkisi” (s.137), Üstad’ın Batı’ya mahkûm olmamak için Müslümanların dünyayı imar etmesi gerektiğini söylemesini ise “laik-seküler fikirlere yol veren tasavvurlara doğru ciddi kaymalar” (s. 145) olarak nitelemektedir. Başka bir yerde de Üstad’ı “ben merkezci, hissî ve şahsî” (s. 125) davranmakla suçluyor. Halbuki kendisi hissî ve önyargılı davranıyor, akademik objektiflik görüntüsü altında subjektif ve art niyetli davranıyor.

İsmail Kara ve abisi Mustafa Kara Üstad’a karşı peşin hükümlüler ve art niyetliler. Bir haset var. Bir de bağlı oldukları Nurettin Topçu’yu öne çıkarabilmek için onu haklı gösterebilmek için güneşi kapatabileceklerini sanıyorlar. Beşir Ayvazoğlu, Mustafa Kutlu da böyle bakıyorlar hadiselere. Nurettin Topçu’yu kötülemiyoruz ve haklı yanlarını da değerlendiriyor, alacağımızı alıyoruz, faydalanıyoruz. Fakat itikadî yönden ciddi sapmalarını eleştiriyoruz. İslâm’ı ifadelendiriş biçimini yanlış buluyoruz. İnsanı küfre kadar götürebilir, Allah korusun!

Nurettin Topçu’nun “İslam Sosyalizmi” yanlışını işaretledikten sonra onun eserlerinin okunacak nitelikte olduğunu ve hepsini okuduğumu da ifade edeyim.

Orada İdeolocya Örgüsü’nü dikkatli okusaydı, peşin hükümle değil de objektif nazarla okusaydı, Batı ve Doğu’yu nasıl tahlil ettiğine baksaydı fark edebilirdi. İslâm merkezli, Büyük Doğu merkezli ciddi okumalar yaptım, fakat peşin hükümle hiç hareket etmedim. Marks’ı, Lenin’i, Stalin’i okudum. Kapitalist filozofları okudum. Türkiye’de onların temsilcisi durumundaki adamları okudum. Üstad kadar, Batı’yı ve Doğu’yu iyi bilen ikinci bir adam yok. Doğu hakkında doğru tespiti olan birçok insan var fakat parçalı parçalı. Ama bütüncül olarak Doğu’yu, Batı’yı ciddi bir tenkit gözüyle ele almış ve incelemiş kimse yok. Ve onun karşısına İslâm merkezli Büyük Doğu’yu dikmiş ikinci bir adam yok.

Üstad ve Büyük Doğu nasıl anlaşılmalı? Aslında bu soru bir usul davasını gerektiriyor. Neler söylemek istersiniz?

Şimdi Salih Mirzabeyoğlu’na gelmek istiyorum, Üstad hakkında kitap yazmaktan bahsedilince. Salih Mirzabeyoğlu, “Necip Fazıl’la Başbaşa” diye bir eser yazmış. “Üstad” kabul ettiğiniz insan böyle güzel anlatılır, peşin hükümsüz, takıntısız anlatılır. Sonra “Üç Işık” diye bir kitap var, oradaki Üç Işık’tan biri Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri’dir. “Kökler” var yine Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun yazdığı. Bu eserlere bakınca ivazsız, garazsız, takıntısız bir mütefekkirin, kendine öncü kabul ettiği başka bir mütefekkiri anlatışına şahit oluyoruz ki, eser de odur yani. Salih Mirzabeyoğlu, Üstad’la iç içe oldu hep. “Raporlar”ı beraber çıkardılar. Üstad bu kitap-dergiye “Necip Fazıl ve Yeni Dostları” diye başlık attı. Bu ifade doğrudan Üstad’a ait. Demek ki bir dost, bir dostun hakkında kitap yazarsa gördüğü eksiklikleri kendine saklar, ama gördüğü güzellikleri de sağa sola anlatır. Böyle bir mukayese yapma ihtiyacı hissettim. “Şiir ve Sanat Hikemiyatı” var Mirzabeyoğlu’nun. Üstad’ın Çile’nin sonunda 15-20 sayfalık bir poetikası var. Ona tekabül eden bir şiir ve sanat anlayışının kendine göre Salih Mirzabeyoğlu ifade ediyor bu kitapta. İşte eser! 70 cilde yakın eser yazdı Mirzabeyoğlu. Çözümleyici, yol gösterici çözüm ortaya koyucu eserler bunlar.

“ÜSTAD’I ANLAMAK İÇİN NÜKTELERİNİ DEĞİL, ESERLERİNİ OKUMALI”

Nostaljik Büyük Doğu’cular var. Neler söylemek istersiniz?

Onları hiç sorma. Her şeyin nostalji tarafına iltifat eden, nostaljik takılan birçok adam görürsünüz. Bunlar Necip Fazıl’ı seviyorlar, ama eserlerini doğru dürüst okumamışlar. Böyle biraz tarihte kalmışlar. Saygıdeğer bildiğimiz kişiler de var. Belki de şimdi zülfiyâre dokunmak için isim vermiyorum ama, isim vermiş gibi dediklerimi uygularsanız o kişileri sağda solda görürsünüz. Nesli kesilmek üzere onların. Kenarda, köşede bizden önceki nesilden onlar. Üstad’ın bir konferansına gitmiş, hasbelkader rast gelmiş veya Üstad’ın okuduğu gazetede bir yazısına rastlamış. Üstad’ın yazdığı gazeteyi takip etmiş. Üstadın orada bir esprisine rastlamış. İslâm düşmanı bir adama karşı bir yazara, bir siyasetçiye Üstad bir nükte savurmuş. Onu görmüş, onu duymuş. Adam onunla yetiniyor ve ben “Büyük Doğucuyum” diyor. Böyle Büyük Doğucu olunmaz. Büyük Doğucu olmanın da kendine has ölçüleri var. Evvela İslâm’ı pazarlıksız kabul etmek gerek. İdeolocya Örgüsü’nü iyi bilmek, Üstad’ın bütün eserlerini söz gelimi belli başlı eserleri özümseyerek okumak gerek. “Ulu Hakan Abdülhamid Han” isimli eserini okumak gerek. O eserin son cümlesi şöyledir: “Abdülhamid’i anlamak her şeyi anlamak olacaktır.” Büyük bir iddia gibi görünse de bitiriş cümlesi dosdoğru bir sözdür. İddiadan öte dümdüz bir sözdür. Abdülhamid mihenk taşıdır. Cumhuriyet döneminde Abdülhamid’e dost olmak, Abdülhamid’i sevmeyenlere düşman olmak. Bunları bilmeden “Üstad büyük adamdı ama işte Atatürk’e de yükleniyor Atatürk’ün askerî yönü de çok önemliydi.” diyen “Büyük Doğucu”lara da rastladım.

“BÜYÜK DOĞU, MİRZABEYOĞLU OLMAKSIZIN DÜŞÜNÜLEMEZ”

Sizin “Üstadı seven, üstadı sevenleri de sever.” şeklinde bir sözünüz vardı.

Şimdi Üstad “sevgi ve nefret” konusunda nirengi noktasıdır. Üstadı seven adam Allah’ı sever, Allah Resûlünü sever, onun yolunu sever, onun şeriatını, dinini sever. Onu sevenleri sever. Yani sahâbe efendilerimizi sever, ileriye doğru kimi sever? Az önce bahsettiğim gibi, Raporlar’ı beraber çıkardıkları Salih Mirzabeyoğlu’nu sever. Niye? Salih Mirzabeyoğlu, onun fikrini ileriye taşıdı, aksiyon planında gösterdi. Bu sebepten 16 yıla yakın bir mahkûmiyet yaşadı. Bir hücre hayatı yaşadı. Dimdik durdu, eğilmedi, bükülmedi. Şimdi Üstad’ı sevip de Salih Mirzabeyoğlu’na şaşı bakan insanlara rastlıyorum. Onlara diyorum ki “Mirzabeyoğlu çoğu hücrede olmak üzere 16 yıl hapis yattı. Değil 16 yıl, 16 gün hapis yatsanız acaba siz ne yaparsınız?”. Üstad, “benim takipçilerim, benim devamcılarım, beni ziyaret ettiler. Filinta gibi gençler. “geliyorlar!” derken, onların alınları fikir çizgili, iradeleri çelik geliyorlar derken, “Müjdelerin Müjdesi” ve “Işık” yazılarını yazarken, Salih Mirzabeyoğlu ve arkadaşlarını kastediyor. Onlar için yazdı. Eğer bir adam, Necip Fazıl’ı seviyorum deyip Salih Mirzabeyoğlu’nu ve Salih Mirzabeyoğlu’nu sevenleri sevmiyorsa onun Büyük Doğuculuğundan şüphe etmek lâzım. Büyük Doğu’yu seviyorsan Büyük Doğu’yu seveni de sevmen gerekir. Büyük Doğu, Üstad’ın bir ömür çilesini çektiği bir davanın ismi olduğuna göre Üstad’ı sevenler demek ki o çileye talip ve o çileyi devam ettirmek, o yolu takip ettirmek isteyenlerdir. Peygamberi seviyorum da ben Hazreti Ebu Bekir’i, Hazreti Ömer’i, Hazreti Osman’ı, aşere-i mübeşşereyi, sahâbîleri sevmiyorum denebilir mi? Onları sevmeyenler Allah Resulü’nü tanımamış olurlar. Allah Resulü’nü sevmemiş sayılırlar. Dolayısıyla bazıları bunu yadırgayacaktır, ama ben bu misali şunun için veriyorum. Üstad da o yolun kara sevdalısıdır. Burada hapisler yatmış, çileler çekmiş, ikbâller devirmiş. Onun peşinde, Üstad’ın bizzat benimseyerek yanına aldığı Salih Mirzabeyoğlu ve arkadaşlarını da sevmek lâzımdır. Büyük Doğu’ya, Necip Fazıl’a muhabbet olduğu için seviyoruz.

Necip Fazıl ve Büyük Doğu’ya bağlı olmak ne demek? İslâm’ın çağımızdaki mücadelesinin önde gelen öncüleri demektir. İslâm’a ve Resulullah Efendimiz’e nispetle İslâm’ın çağımızda tatbik fikridir. Bu sebeple seviyoruz, boyları posları için değil.

“İbda Diyalektiği” eserinde Mirzabeyoğlu Büyük Doğu ile ilişkisini şöyle anlatıyor: “İslâm ruhunun eşya ve hadiseler karşısında “nasıl” tavrını temsil eden Büyük Doğu gövdesine mukabil İbda onun taşıyıcı “niçin” kanatlarıdır. Onun içindir, onun gayesidir ve gayesi odur.”

İbda Diyalektiği başlığı altında da bir başlık vardır tırnak içinde, “Kurtuluş yolu”. Demek ki İbda öyle İ, B, D, A harflerinden ibaret bir harf dizisi değil. “İslâmi Büyük Doğu Akıncıları” diye açılış yapılabilir ama daha öz bir şekilde tırnak içine alıp “Kurtuluş Yolu” diyor. Kurtuluş yolu. Kimine göre komünizm bir kurtuluş yoludur. Kafirlere, komünistlere göre. Kapitalistlere göre kapitalizm, Kemalistlere göre Kemalizm. Biz Müslümanlar için de “kurtuluş yolu” eksiksiz ve fazlasız Ehl-i Sünnet anlayışı olan İslâm’dır. Bu anlayışı da Büyük Doğu-İbda sunuyor. Üstad ve Mirzabeyoğlu bu dâvâ için yaşadı, bu dâvâ için şehit oldu.

“BÜYÜK DOĞU DÂVÂSI KIYAMETE KADAR SÜRECEKTİR”

Yine İbda Diyalektiği’nde Mirzabeyoğlu, nisbetini kesin bir dille ifade ediyor: “İBDA, en kısa, kesin, gayrısına tenezzülsüz, tartışmasız ve öz bir ifâdeyle, Büyük Doğu teknesinin rüyâsıdır. Mademki vasfı budur, Büyük Doğu ideâlinin sevdalılarına, samimilerine, çıkar hesabında olmayanlarına ve dâvâya alçaklık mizacında bulunmayanlarına, altında toplanacakları bir sancaktır.”

Aynen böyle inanıyoruz biz de. Şimdi ortada 60 yıl mücadele veren, hapislere girip çıkan, 100 cildi aşkın kitap yazan, her türden eser veren bir Üstad var. Onun dâvâsına gönül vermiş, hayattayken onunla görüşmüş, 70 cilde yaklaşan eser kaleme almış, ondan el almış, o dâvâyı yürütmüş ve şehit olarak öbür aleme göç etmiş bir Salih Mirzabeyoğlu var. Bu dâvâ yürüyor, yürüyecek. Yani Büyük Doğu yürüyen bir dâvâdır. Durmuş, duraksamış bir dâvâ değil. Artık durmuş, donmuş nesli kesilmiş bir dâvâ değildir. Kıyamete kadar yürüyecek bir dâvânın adıdır Büyük Doğu dâvâsı. Dolayısıyla biz de bu dâvâya gönül vermenin şerefiyle yaşıyoruz. Son nefesimizde de bu aşk ve bu şevkle öbür âleme göç etmek isteriz. Şimdi bu bir ihlas meselesidir. İhlası olmayanın istikameti de olmaz. İhlassız dâvâ düşünülemez, ihlassız tekâmül de düşünülemez. Biz hep tekâmül ede ede ilerleyen bir dâvânın müntesipleriyiz.

Üstad, “Bu dâvâ öksüz kalırsa, onu sürdürmeyen çırak utansın!” demişti.

Biz Büyük Doğucuların İBDA dâvâsına gönül verenlerin sık sık hatırladığı bir kalıp ifade var: “Fikri yaşamak, yaşamayı fikir bilmek.” Bu öylesine edilmiş bir laf değil, bir hakikat. Dolayısıyla biz fikri yaşamak biliyoruz, yaşamayı da fikir biliyoruz. Üstad tarafından kumaşı işaretlenmiş bir dâvâ adamıdır Salih Mirzabeyoğlu. Bugün bu ikisi, o kadar birbirine bitişik bir vaziyettedirler ki; yani Üstad denince Mirzabeyoğlu’nu anmamak mümkün değildir. Salih Mirzabeyoğlu da eserleri ile onu geliştirerek bugünlere taşımıştır. Eserleriyle Üstad’ı yeni nesillere anlatan, aktaran bir büyük kahramandır, bir büyük mütefekkirdir. Bazıları Üstad’la bitti sanıyorlar bu dâvâyı. Üstad’la bitmedi bu dâvâ. Üstad’dan önce bir dâvâ vardı, Üstad yeni zamanlara göre bu dâvâyı yeniledi. Üstad’a, İslâm düşüncesini, İslâm dünya görüşünü, İslâm tefekkürünü yenileyici diyebiliriz. Eskiler müceddit derlerdi bir İmam Gazali’ye, bir İmam Rabbanî’ye. Şimdi müceddit deseniz iş başka yerlere çekilir, halbuki “yenileyici” demek. Üstad da bir müceddittir, bir yenileyicidir. Üstad 1940’lardan sonra gayr-i İslâmî bir sistemde İslâmî bir anlayışın yenileyicisidir. Mirzabeyoğlu da 16 yıl hapiste kalmasına rağmen gürül gürül çalıştı, durmadan yazdı, şimdi onlar eserlere dönüştü. İkisi de yaşıyor. Yarın da, Salih Mirzabeyoğlu’nun eserlerinin açılımını yapacak birileri gelecek. Bu nesil, silsilevî bir şekilde kıyamete kadar gidecek. Bizim dâvâmız kıyamete kadar yürüyecek bir dâvâ. Hâl böyle olunca ümit varız. Bir de bir hâtıramı dile getirmek isterim. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu Metris Cezaevi’ndeyken onu ziyarete gidiyordum. Kaç kere onu ve arkadaşlarını orada ziyaret ettim. Bazı kesintilerden dolayı daha sonra ziyaret edemez olduk. Ancak Mirzabeyoğlu’nun avukatlarıyla selâm gönderiyordum. O sıra içimden bir şey geçti ve bir kâğıda, “Kumandanım, sizi dört gözle bekliyoruz, yarın oradan çıkacaksınız, önümüze düşeceksiniz!” meâlinde bir şeyler yazmıştım. Sizin çıkardığınız Aylık Dergisi’ne de intikal etti bu. Orada bu yayınlandı. Sonra da “Ölüm Odası” eserlerinden birisinde ona yer verilmiş. “Gönüldaşımız Muzaffer Doğan’ın da…” diye başlayan. Gönderdiği mesajı da buraya derç ediyorum şeklinde bir ifade vardı. Yani bu da benim için unutulmaz bir nişanedir.

Teşekkür ediyorum.

Ben teşekkür ederim.

Aylık Baran Dergisi 27. Sayı, Mayıs 2024

Yorum yapın