AK Parti ve siyasetin yeniden yapılandırılma süreci! Bu söylem, durumun ciddiyetinin anlaşılamadığını göstermektedir

Yeni Şafak gazetesi yazarı Turgay Yerlikaya, 31 Mart seçimleri sonrasındaki siyasi tabloyu değerlendirdi. AK Parti’nin kan kaybı ve reform beklentilerini ele alan Yerlikaya, dış politikadaki stratejik otonomi arayışını ve ekonominin önemini vurguladı. AK Parti’nin geleceği için yapılan eleştirileri ve önerileri masaya yatıran Yerlikaya, şunları kaydetti:

“31 Mart seçimleri sonrasında ortaya çıkan tablo siyasetin yeniden yapılandırılmasına yönelik beklentileri artırdı. Her ne kadar bu durum hukuk gibi siyasetin dışındaki alanlar üzerinden bir algı oluştursa da bu tür beklentilerin gerçekçi olmadığı görüldü. Özellikle Kavala, Gezi ve 6-8 Ekim davalarında yoğun biçimde dile getirilen bu beklentilerin rasyonel olmadığı ve siyasetin alanına hukuk üzerinden bir müdahale taşıdığı gerekçesiyle söz konusu davalarla ilgili bir sonuç ortaya çıkmadı. Zaten bu davalar üzerinden siyasetin normalleşmesi beklentisi, doğrudan siyasetle ilgili de değildi.

Dış politikada da bu ölçüde bir karar verilmesi ve uzun yıllar takip edilen stratejik otonomi arayışı ve bu yoldaki kazanımların da paranteze alınılabileceği konuşuluyordu. Hatta bir adım ileri gidenler Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeyindeki adımlara da ikna edilmesi gerektiği ve bu konuda da bir mesafe alınabileceğini düşünüyor ve dile getiriyorlardı. Ekonomik istikrar açısından yaşanan sorunların yanı sıra AK Parti’nin yaşadığı kan kaybı, bu tür ihtimallerin tartışılmasına zemin hazırladı. Fakat son dönemde hem bahse konu davalarla ilgili taleplerin gerçekleşmemiş olması hem de dış politikadaki otonomi arayışı ve çeşitlenme yönündeki devamlılıklar (Hakan Fidanın Çin gezisi) bu beklentileri boşa çıkardı. Son dönemde Irak ve Suriye üzerinden oluşabilecek teröristan tehlikesine karşı ısrarlı ve caydırıcı adımlar da kararlı politikanın devam ettiğini göstermekte.

31 Mart sonrasında siyasetin işleyişi açısından bazı değişiklikler de olduğu muhakkak. Örneğin AK Parti’deki kan kaybı ve buna yönelik radikal adımların atılacağı beklentisinin karşılanmaması, partinin geleceği ile ilgili tartışmaları artırdı. 2002’den bu yana reformcu kimliği ile öne çıkan Parti’de herhangi bir değişiklik olmaması ve olası değişimlerin de orta vadeye yansıyacak şekilde planlanması önemli bir tartışma konusu. Bu konuda hem kabine hem de Parti ölçeğinde bugüne değin bir adım atılmaması, seçmenin mesajının doğru okunup okunmadığı tartışmalarını da beraberinde getirdi. Öyle ki bazı eleştiriler, partinin uzun yılların getirdiği bir yorgunlukla radikal reformları yapabilecek kapasiteden uzaklaştığı ve bu durumun da partideki kan kaybını artıracağı yönünde idi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zaman kazanması ve ekonomide takip edilen orta vadeli programın pozitif yansımalarının hissedileceği 2025 yılında değişiklikler yapacak olması hiç kuşkusuz rasyonel bir adım. Fakat bir kitle partisi olan AK Partinin seçmen tabanının ekonomideki gelişmelerden etkilenme potansiyeli dikkate alındığında, 2025 yılında mevcut ekonomik göstergeler açısından herhangi bir iyileşme olmaması ya da rakamlardaki iyileşmenin doğrudan geniş kitleler nezdinde hissedilmemesi durumunda, değişimi ertelemenin telafi edilemeyecek düzeyde sonuçlar doğurabileceği de hesaba katılmalı. Siyasi istikrarın en önemli bileşeni olan ekonomi alanındaki gelişmeler, AK Parti’nin geleceği açısından da hayati öneme sahip. Fakat ekonomik istikrarın mümkün hale getirilmesi ile çözülemeyecek politik sorunların da olduğu aşikar.
ÖNE ÇIKAN VİDEO

Bu noktada 31 martta verilen mesaj üzerine yeterince düşünülmediği ve Kızılcahamam kampında geniş bir istişare kültürünün mümkün olmadığı eleştirileri, üzerinde durulması gereken bir husus. Kurucu irade ve kadronun teşekkül aşamasında istişareye verdiği önemin bugün aynı derecede hissedilmemesi ve bu durumun bizatihi partili aktörler arasında bir eleştiri konusu olması dikkate alınmalı. Aksi takdirde 31 Mart’taki CHP’ye yönelik teveccüh tedrici biçimde artacak ve CHP, 31 Mart’ın aksine iktidar açısından AK Parti’ye bir alternatif olabilecektir. 31 Marttaki kuvvetli mesajın yanlış algılanması ve devamlı surette 28 Mayıs’a atıf yapılması da durumun ciddiyetinin anlaşılamadığını göstermektedir.

Bazı mahfillerde dillendirilen AK Parti’nin oyun dışında kaldığı ve uzatmaları oynadığı yönündeki söylemler de siyasetin muhtelif alanlarında yeni ittifakların kurulabileceği ya da şimdiye dek örtük biçimde cereyan eden bazı iş birliklerinin daha da güçleneceği bir iklimi de yaratabilir. Nitekim bu söylemi dile getiren aktörlerin muhalefetin yeni dönemde bir sıçrama yapması ve daha iyi örgütlenmesi gerektiğine dair de çağrıları da söz konusu. Aynı kişilerin Gezi’yi bir örnek ve milat olarak göstermeleri ve mevcut iktidarı Gezi sonrasında oluşan yeni bir rejim olarak tanımlamaları da boşuna değil. Gezi’ye yapılan nostaljik atıfların nihai kertede benzer geniş katılımlı hareketleri örgütleme ihtimalleri de aslında mevcut iktidarın nasıl zayıflatılması gerektiğine dair bir yol haritası sunmaktadır. Kadınlar başta olmak üzere gençlerin de içerisinde olduğu örgütlü hareketleri iktidar karşısında konumlandırma ve muhalefetin ölçeğini genişletme stratejisi AK Parti’nin önemsemesi gereken bir tehlike. Tam bu beklentiler ve siyasetin yeniden yapılandırılma süreci, AK Parti’yi oyun dışında konumlandıran bir tutumun oluşması ihtimallerini de artırdı.

AK Parti’nin kendi özeleştiri mekanizmasını tam anlamıyla hayata geçirmesi ve seçim sonuçlarını sadece ekonomik gerekçeler üzerinden yorumlamaması ve sosyolojiyi dikkate alan reformlar yapması bir mecburiyet. Fakat bunu yaparken tartışmayı bir elit çatışmasına evriltmemesi ve sürecin bütün aktörlerinin masada olduğu bir muhasebe yapması gerekmektedir. Aksi takdirde bu tutum, Parti içerisindeki asabiyenin ortadan kalkmasına neden olabilecek bir zemini ve çözülmeyi artırabilir. Bir diğer önemli nokta da yaşanan bu sonuçların araştırılması ile ilgili. Söz konusu seçim yenilgisinin nedenleri üzerine düşünecek ve araştırma yapacak kişi ve kurumların bu sürece neden olan ya da bu sürecin içerisinde bizatihi olan aktörler olması da muhasebe açısından yanlış sonuçlar üretecektir. Doğru cevapları yanlış aktörlerle aradığımızda sonuç ile ilgili rasyonel bir yol haritası da inşa etmek mümkün olmayacaktır.”

 

Yorum yapın