Yazdan kışa geçişin güzeli sonbaharı yaşamak için Abant’a doğru yol alıyoruz. Bolu yol ayrımından sonra görünen Abant tabelası, eşsiz bir ressamın portresine dalacağımızın işaretçisi. Kıvrımlı yollarda ilerledikçe bir yeşil deniz sarıp sarmalıyor. Sağımız solumuz yeşilli, turunculu, morlu, kahverengili, sarılı, kızıllı bir orman denizi. Ağaçlar birbiri ardına sıralanmış, dans ediyor. Sarıçam karaçamın kavalyesi, kayın meşenin. Gürgen söğüde yanaşmış. Kavaksa upuzun boyuyla ön sıralarda, dallarıyla alkış tutarcasına… Orman denizinde uzanan bu rüya yol, bizi Abant Gölü’ne yaklaştırdıkça, heyecanımızla katlanan merakımız artıyor. Derken dağların arasından beliriveriyor Abant Gölü. Sessiz, sakin, alımlı, nazlı, güzel mi güzel bir kıza benziyor uzaktan. Üzerinde uzanan sazlıklar, bu kızın sarı saçları rüzgâr estikçe sağa sola savrulan… Nilüferler, saçlarına kondurduğu tokaları. Kıyıya vuran mini dalgalar da dudakları, her rüzgârda gülümsediği ve şarkılar söylediği… Etrafındaki heybetli dağlar ise bu alımlı, nazlı, narin kızın ona hayran hayran bakan korumaları… Ona hayran olmamak elde değil. Öylesine güzel, öylesine huzur verici… Galiba bu yüzden etrafında döndürüyor bütün ziyaretçilerini…
SESSİZ VE SAKIN ADIEMLAR…
Sessiz ve sakin adımlarla yürüyoruz gölün etrafında. Tıpkı bizim gibi hayran bakışlar sarmış gölün çevresini. Yol uzun, huzur verici. Ayaklarımızın altında, aylardır köklerinde tuttuğu kederi hazan mevsiminde bırakan ağaçların kurumuş, sararan yaprakları. Havada orman kokusuna bürünmüş keskin bir oksijen. Derken kulağımıza yağız bir atın sessizliğe karışan güçlü nal sesleri geliyor. Dönüp bakıyoruz. Topraklarının rengine bürünmüş, koyu kahverengi, parlak tüylü iki asil at bütün heybeti ile karşımızda. Üzerinde iki genç çocuk, bıyıkları henüz terlememiş. Delikanlılar, gölün keyfini at üzerinde turla çıkarmak isteyenlere yardımcı olduklarını söylüyor. Yanında göl, arkanda dağlar, yağız bir atla, rüzgâra karşı koşmak… Özgürlüğü iliklerine kadar hissetmek bu olsa gerek.
UÇ UÇURTMAM EN YÜKSEĞE UÇ!
Yol aldıkça burnumuza mangal kokuları çalınıyor ve yavaş yavaş beliriyor gölün keyfini piknik yaparak çıkaranlar. Şen kahkahalar yükseliyor masalardan. Baba mangalın başında, anne masa hazırlama telaşında, çocuklar ip atlıyor, top oynuyor. Mutluluğun resmini çiziyorlar uzaktan. Derken küçük bir kız çocuğu takılıyor gözümüze. Babasıyla birlikte uçurtma uçuracak. Uçurtmanın dallara takılmayacağı bir yer arıyor babası. Küçük kız heyecanlı, sabırsız. Ve bütün hazırlıklar tamam. Kırmızı uçurtmayı salıveriyorlar gökyüzüne. Babasıyla birlikte koştukça koşuyor küçük kız, uçurtma yükseldikçe kabına sığmıyor, sevinç çığlıkları yayılıyor: “Uç uç uçurtmam daha da yükseklere uç”.
ZİHNİ TEMİZLİYOR, RUHU ARINDIRIYOR
ABANT’TA doğa bütün mucizelerini bir bir gözler önüne seriyor ama bununla yetinmiyor. Göl zaten güzelliği ile başlı başına bir mucize iken sadece bu göle özgü Abant Alabalığı ile de literatüre geçiyor. İşte bu özelliğinden dolayı da birçok balıkçıyı kıyısına çekiyor. Elinde oltası, dizlerinin üstüne kadar gelen özel çizmesi ile gölün biraz içine girerek oltasını atanlar mı dersininiz? Balıkçıları izleyenler mi? Göl o kadar sakin ve huzurlu ki! İnsanın burada, bu güzelliğin karşısında, bu huzurun ortasında zihni temizlenir, ruhu arınır.
GÖLE UZANAN NİLÜFERLER BÜYÜLEYİCİ!
SONBAHARIN hüznünü yaşayacağımızı sandığımız gezimizde, aldığımız oksijen fazlalığından mı bilinmez ama bizi hüzün değil çocuksu bir heyecan kaplıyor. Gerçi karşımızda duran ve gölün içinden her şeye inat uzanan nilüferlerin etkisi yadsınamaz bu ruh halimizde, tabi bir de etrafımızda gördüğümüz mutluluğun resmini çizen insanların… Geziye başladığımızdan beri yürüyoruz, yorgunluk nedir bilmeden. Burada insan yorulsa bile devam etmek istiyor çünkü her adımda farklı bir güzelliğin kapısı açılıyor. Mesela karşımıza çıkan kuşburnu ağacı… Hep hazır paketlerden çayını içerdik şimdi karşımızda ve kimse toplamamıza bir şey demiyor. Yanında papaz külahı, az ilerisinde dağ çileği, yerlerde ısırgan otları… Az daha ilerliyoruz. Bir kalabalık, küçük bir alıç ağacının başında, biz de giriyoruz kalabalığa. Hafif mayhoş tadıyla alıçlar bir harika!
HÜZNÜ DE SEVDİRİYOR SONBAHARI DA
GÜNEŞ artık gökyüzünde son şovunu yapıyor. Ateşböcekleri beliriyor birer birer etrafta. Ağaçlar gölün üstüne aksediyor, göl maviden yeşile bürünüyor. Doğa, tablosuna son fırçalarını atıyor, sonraki güne hazırlıklar başlamış. Rüzgâr, nazlı kız Abant Gölü’nün saçlarını bir oraya bir buraya savuruyor. Ve dalgalarıyla gülümserken Abant, sonbaharın şarkısını söylüyor kulaklarımıza. Abant öyle bir yer ki hüznü de sevdiriyor, sonbaharı da…