İş Adamı Murat Ülker’in ‘Sosyal mayın tarlalarında gezinmek’ başlıklı o yazısı;
ÖNYARGILI MIYIZ HEPİMİZ?
Evet, tabii ki, hatta bunu en çok eleştiren, bu konuda film ve anlatılarla toplumu eğitmeye çalışan Batı bile…
Ben çocukluğumda o kötü tercüme edilmiş filmlerde duymuştum bu haykırışı ilk defa: BENİ YARGILAYAMAZSIN! Ve anlamamıştım ta ki bir gün aklım erene kadar.
Bizde sık şikayet konusu olan Batının çifte standardından hiç onların şikayet ettiğini duydunuz mu veya özür dilediğini veya kendimizi değiştireceğiz dediklerini?
Belli ki farkında bile değiller!
“Beni Yargılama: Yanlış Anlaşılmanın Değeri” SAGE Publishing’in baş editörlüğünü yapan Ziyad Marar tarafından yazılmış (*). Marar 1966 Irak, Bağdat doğumlu, bir süre Riyad ve Lübnan’da yaşadıktan sonra Londra’ya yerleşmiş. Exeter Üniversitesi’nde psikoloji okumuş. Yüksek lisansını Londra Üniversitesi’nde dil felsefesi ve psikolojisi üzerine yapmış. Ziyad Marar, yanlış anlaşılma ve yargılanma temalarını yazmak için kişisel deneyimlerinden yola çıkıyor ve hayatından bir örnekle çok kültürlü bir yazar ve düşünür olarak anlatıyor.
Şimdi önce kitaba bir göz atalım ve sonra eleğin üzerinde neler kalmış bir bakalım. Önyargılı olmak üzerine daha önce de yazmıştım (https://muratulker.com/y/onyargiliyim-desem-onyargili-oldugumu-dusunmem-de-bir-onyargi-mi-yoksa).
(*) https://www.dr.com.tr/kitap/beni-yargilama-yanlis-anlasilmanin-degeri/ziyad-marar/basvuru/psikoloji-bilimi/
Bir yazar ve entelektüel olarak Ziyad Marar (*), kültürel stereotipler ve önyargılardan kaynaklanan mesleki yanlış değerlendirmelerle karşılaşmış. Batı entelektüel camiasındaki baskın kültürel anlatılara uymadıkları için bakış açılarının zaman zaman nasıl göz ardı edildiğini veya önemsenmediğini anlatıyor. Hem kültürel hem de profesyonel anlamda yabancı olmak deneyimine sahip. Yüzden fazla yayıncıya yazmış ve işe alınmadığı tek bir iş görüşmesine çağrılmış, hepsinden olumsuz yanıt almış. Babası ona, sorununun ilk ismi olduğunu ve ikinci ismi Paul’u kullanması gerektiğini söylemiş. Paul olarak yaptığı yedi iş başvurusunun dördünde görüşmeye çağrılmış. Paul’e iş teklif edilmiş. Şu an çalışmakta olduğu Sage’den teklif almış. Halbuki onlara daha önce Ziyad ismi ile başvurmuş. Onlar bu isimle onu görüşmeye çağıran tek yayınevi olmuş. Ziyad olarak Sage’te çalışmaya karar vermiş.
Bu zorluklara rağmen Marar, yanlış anlaşılmaya yol açan bu kültürel farklılıklardan doğan deneyimlerinin kişisel ve profesyonel gelişiminde çok etkili olduğunu vurguluyor. Bu şekilde kimliği üzerinde düşünmeye, çalışmalarında daha özgün olmaya çaba göstermiş. Açık iletişim içinde olmuş. Yanlış anlaşılmanın verdiği rahatsızlık sayesinde yazılarında ve münasebetlerinde daha ince ve empatik davranmış. Çok kültürlü yaşamında karşılaştığı yanlış anlaşılmalar, kültürel bölünmeler arasında köprü kurmasını ve entelektüel çalışmalarını farklı bakış açılarıyla zenginleştirmesini sağlamış.
Ben de kendi yaşamımı şöyle bir düşündüm, çok farklı sebeplerden de olsa ben de bir çok benzer durumla karşılaştım. Mesela, hem patronun oğlu olmak hem de bir işyerinde işçi gibi çalışmak insanlar için hiç sahici görünmüyordu. Evlendikten sonra uzun yıllar Fındıkzade, Kızıl Elma’da bir apartman dairesinde oturmuştuk. Elektrik ve su kesintisi olan zor zamanlardı. Niyeyse, komşularımız bizi imkanınız vardır, niye bizim mahallede oturuyorsunuz diye eleştirirdi.
Kitabının ana teması olarak: Yanlış anlaşılmalar, çoğu zaman acı vericidir, ama, önemli bir kişisel gelişime ve kişinin kendisini ve başkalarını daha iyi anlamasına yol açmasını; kültürel farklılıklara empatiyle yaklaşmak ve yanlış anlaşılma sonrası daha özgün davranmaya çalışmak, bu şekilde insanlarla ilişkilerinizde daha derin ve çok yönlü yanlış anlaşılma kavramını ve bunun kişisel ve sosyal bağlamlardaki içsel değerini ortaya koyuyor. Yanlış anlaşılmanın psikolojik, felsefi ve sosyolojik boyutlarını inceleyen kitap, genellikle olumsuz olarak görülen bu deneyimin aslında kişiye önemli bir gelişim ve derin bir öz farkındalık sağlayarak başkalarıyla daha otantik bir bağ kazandırabileceğini savunuyor.
Marar, yanlış anlamanın iletişimde kaçınılmaz olduğunu söylüyor. Kişisel geçmişler, deneyimler ve algılardaki farklılıklar aynı mesajın farklı yorumlanmasına yol açıyor. Bireyler arasında tam bir anlayışın nadir görüldüğünü ve yanlış anlaşılmalardan korkmak yerine bunların beklenmesi gerektiğini vurguluyor. Kısa süre önce bu konuyu bilimsel yönüyle ele alan Dan Ariely’nin Yanlış İnanışlar kitabından yola çıkarak tartışmıştım. Bakmanızda fayda var (https://muratulker.com/y/mantiksiz-seylere-neden-inaniriz/).
Kitap, yanlış anlaşılmanın psikolojik etkilerini de inceliyor ve bunun kişinin özsaygısını ve kimliğini nasıl etkilediğini tartışıyor. Marar, yanlış anlaşılmanın acı verici olabileceği gibi, bireyleri, kendi inançları ve iletişim tarzları üzerine düşünmeye zorladığını söylüyor. Bireyler yanlış anlaşılmayla yüzleşerek duygu ve düşüncelerini daha açık bir şekilde ifade ediyor.
Marar, toplumsal normların ve kültürel bağlamların münasebetlerimizin ve eylemlerimizin yorumlanmasını nasıl şekillendirdiğini anlatıyor.
Yanlış anlamanın içsel bir değere sahip olduğunu savunan Marar, bunun insanları geleneksel çerçevelerin dışında düşünmeye teşvik ederek yaratıcılığı ve yeniliği desteklediğini öne sürüyor. Yanlış anlamanın farkına varmak, fikir birliğinin monotonluğunu bozarak yeni fikirler ve bakış açıları ortaya çıkarıyor, diyor.
Yanlış anlaşılmalar fark edildiğinde araya mesafe koyarken, empati ve münasebeti derinleştirir. Sonuçta daha empatik bir toplum ortaya çıkabiliyor.
Marar, günlük yaşamda yanlış anlaşılmaların üstesinden nasıl gelinebileceğine dair pratik tavsiyeler sunuyor. Açık fikirliliği, aktif dinlemeyi ve zor konuşmalara girmeyi teşvik ediyor. Bireyler yanlış anlamalardan kaçınmak yerine, farkındalık geliştirerek daha anlamlı ve dayanıklı ilişkiler geliştirebilirler.
“Beni Yargılama: Yanlış Anlaşılmanın Değeri” kitabı sizi yanlış anlaşılma olgusunu yeniden düşünmeye davet ediyor. Marar’ın içgörülü analizi, yanlış anlaşılmanın bir iletişim engeli olmanın yerine, kişisel gelişim, kendini otantik ifade etmek ve daha derin sosyal bağlantılar için güçlü bir katalizör olabileceğini söylüyor.
Şimdi bakalım eleğin üstünde neler kalmış?
“Yargılamak” kelimesi, aklımıza birbirimiz için farklı şekillerde uyguladığımız sosyal ve ahlaki değerlendirmeleri getiriyor. Birbirimizi bazen menfi, bazen de müspet sürekli yargılıyoruz ve bunu eksik, tutarsız, kişisel ve çarpıtarak yapıyoruz. Yargılarımızın güvenilir olmaması birbirimizi iyi anlayamamış olmamız. Düşününce hepimizin bununla ilgili pek çok anımız vardır.
İşte bu karmaşık ve çoğu zaman tehlikeli sosyal etkileşimlere ve ilişkilere Ziyad Marar “Sosyal Mayın Tarlası” adını veriyor. Sosyal normların bir grup veya toplum içinde kabul edilebilir davranışları yöneten yazılı olmayan kurallar olduğunu açıklıyor. Bu normlar kültürel, tarihsel ve bağlamsal faktörlerden etkileniyor ve farklı sosyal ortamlarda önemli ölçüde değişiklik gösterebiliyor. Yargılanma ya da yanlış anlaşılma korkusu sosyal durumlarda kaygı ve öz-bilinç düzeyinin artmasına yol açabiliyor. Bu korku sizi hareketsiz bırakabiliyor ve bireylerin sosyal etkileşimlerden kaçınmasına veya gerçek benlikleriyle uyuşmayan şekillerde davranmasına neden olabiliyor. Marar, sosyal kaygının üstesinden gelmek ve sosyal ortamlarda özgüven oluşturmak için şefkat ve esnekliğe duyulan ihtiyacın altını çiziyor.
Marar, Sosyal Mayın Tarlasında gezinmek için çeşitli pratik stratejiler teklif ediyor:
1- Sosyal Zekayı Geliştirmek: Kişinin sosyal ipuçlarını okuma, sosyal normları anlama ve davranışlarını buna göre uyarlama becerisini geliştirmek. Sosyal zeka, algısal ve empatik olmanın yanı sıra kişinin kendi duygularını ve tepkilerini yönetme becerisine sahip olmasını da içerir.
2- Etkili İletişim: Yanlış anlamaları en aza indirmek için açık ve net iletişim kurmak. Bu, aktif dinlemeyi, açıklayıcı sorular sormayı ve kendini gerçekçi ve saygılı bir şekilde ifade etmeyi içerir.
3- Empati Kurma: Başkalarının bakış açılarını ve deneyimlerini daha iyi anlamak ve takdir etmek için empati geliştirmek.
4- Sınırları Belirleme: Kendini olumsuz sosyal etkilerden ve etkileşimlerden korumak için sağlıklı sınırlar oluşturmak ve bu sınırları korumak.
5- Esnekliği Kucaklamak: Sosyal normların ve beklentilerin değişebileceğini kabul ederek sosyal durumlarda uyarlanabilir ve esnek olmak.
Marar, kendi kendine düşünmeyi tavsiye ediyor, bunu ben de çok yaparım. Hatta kurduğum bir hayali sahnede istediğim tarafları bir araya getirir onlara hayali bir vaka üzerinden çeşitli roller yazar ve kendi repliklerimi geliştiririm. Böylelikle bireyler kendi davranışları ve bunun başkaları üzerindeki etkisi hakkında içgörü kazanırlar.
İnternet de bir sosyal mayın tarlasıdır. Son yıllarda internet üzerinde kendimizi ifade etmek için müthiş çaba ve zaman harcıyoruz. Birbirimizin ağlarına bağlanarak daha yoğun bir iletişim kuruyor, birbirimizi daha yoğun bir şekilde değerlendiriyoruz. İnsanın özgüven açlığı ya da doyumu internette gittikçe artan zorbalıklar veya Snapchat ya da Instagram gibi araçları kullanarak yayılan öz çekimler ve dedikodu aracılığıyla artıyor. Dijital dünya yargılama ve karşılığında yargılanma eğilimimizi yoğunlaştırmış. Fakat bu ihtiyacı dijital dünya yaratmış değil, onun yaptığı sadece bu eskiden kalma iştahımızı beslemek. Artık dijital alandaki sosyal yargılama her yere yayıldı. Tek tuşa basarak hepimiz birer yayıncı haline geldik ve daha geniş kitlelere ulaşabiliyoruz. Bu da konuyu yanlış anladığımızda bile, çok hızlı bir şekilde yargılama yapmamıza sebep oluyor. Diğerlerine bakıp onların hayatlarını yargılayarak kendi hayatımızı değerli buluyoruz veya tersi ve durum onların bizi nasıl yargıladığını hayal etmemize yol açıyor. Aradığımız şey, kendimizi haklı hissetmek ve rahatlamak mı?
Yoksa iyi bir intiba, itibar peşinde miyiz? İtibar sosyal bir para birimi haline geldi. Bireylerin başkaları tarafından nasıl algılandığını, nasıl muamele gördüğünü ve etkilediğini açıklıyor. İyi bir itibar fırsat olabiliyor, güven verebiliyor, sosyal sermayeniz oluyor, olumsuz bir itibarsa dışlanmaya ve güvensizliğe yol açabiliyor. Marar, itibarın kişisel eylemler, sosyal etkileşimler ve başkalarının anlatılarıyla şekillendiğini söylüyor. İtibar, diğerlerinin algı ve yorumlarından etkilenir. Bu nedenle kişinin eylemlerinin ve sözlerinin başkaları tarafından nasıl algılandığına dikkat etmesi gerekiyor, diyen yazar haklı da bu mümkün mü, etrafta bu kadar art niyetli, içten pazarlıklı itibar tüccarı varken! Ben sosyal medyada aktif olmamın bedelini en ağır itibar katline uğrayanlarınızdan biri olarak ödüyorum ama…
Marar, bir de bireylerin davranışlarını bilinçli bir şekilde şekillendirerek arzu edilen izlenimi yarattıkları “izlenim yönetimi” kavramını anlatıyor. Bu yukarıda bahsettiğim hayali vaka örneklemelerini iletişiminizde kullanarak, dolaylı mesajlar vererek, ilgili hikayeler anlatarak yapılabilir. Ama bazen de açıkça belirtmek bir yargıyı veya ne hissettiğinizi etkili olabilir. Ayrıca karşınızda dile getirilemeyen sorulara bir vesile icat ederek cevap vermek de çözüm olur.
Dijital çağ, eylemlerimizin görünürlüğünü ve kalıcılığını artırıyor ve itibar yönetimini daha zorlu ve karmaşık hale getiriyor. Sosyal medya platformları, bireyin kamusal kişiliğini oluşturabileceği bir sahne sağlıyor. Bu aynı zamanda daha dikkatli olmak ve olumlu bir imaj elde edip sürdürmek baskısına yol açıyor. Kişinin kamusal ve özel benlikleri arasında net bir ayrım yapmak bireylerin itibar yönetiminde karşılaştıkları karmaşıklığı aşmalarına yardımcı olur. Kişinin kamusal alanda nasıl algılandığının farkında olması önemli olmakla birlikte, özel hayatında mahremiyet ve özgünlük duygusunu koruması da aynı derecede önemlidir. Marar, itibarı artırmaya yönelik manipülatif veya aldatıcı uygulamalara karşı uyarıda bulunarak, yalanlar üzerine inşa edilen bir itibarın nihayetinde sürdürülemez ve zarar verici olduğunu vurguluyor.
Marar, doğru itibar oluşturmak ve sürdürmek için birkaç pratik strateji öneriyor:
– Tutarlılık: Güvenilir ve inanılır bir itibar oluşturmak için eylem ve sözlerin kişinin değerleri ve karakteriyle tutarlı olmasını sağlamak.
– Şeffaflık: Güven ve inandırıcılığı teşvik etmek için etkileşimlerde şeffaf ve dürüst olmak.
– Kendini Yansıtma: Kişisel değerlerle uyumu sağlamak için kişinin davranışlarını ve başkaları üzerindeki etkisini düzenli olarak yansıtması.
– Duyarlılık: Geri bildirimlere duyarlı olmak ve olumlu bir itibarı korumak için gerektiğinde telafi etmeye istekli olmak.
– Sınırlar: Özgünlüğü korumak ve itibarı etkin bir şekilde yönetmek için kamusal ve özel yaşam arasında net sınırlar belirlemek.
Kişinin gerçek benliğiyle uyumlu bir itibar inşa etmesi ve sürdürmesi için özgünlük ile bilinçli itibar yönetimini dengelemek gerekiyor.
Marar, birkaç temel önyargının altını çiziyor:
– Doğrulama Önyargısı: Önceden var olan inançlarımızı doğrulayan bilgileri arayıp bulmak ve yorumlamak; bunlarla çelişen kanıtları ise görmezden gelmek veya göz ardı etmek.
– Atfetme Önyargısı: Kendi davranışlarımızı durumsal faktörlere bağlarken başkalarının davranışlarını karakterlerine veya kişiliklerine bağlamak.
– Halo Etkisi: Bir kişinin olumlu bir özelliğinin veya izleniminin o kişi hakkındaki genel yargımızı etkilemesine izin vermek.
Algılarımız, içine gömülü olduğumuz sosyal normlar, kültürel değerler ve toplumsal yapılardan büyük ölçüde etkileniyor. Bu etkiler, başkalarını algılama şeklimizde sistematik önyargılara yol açabiliyor ve genellikle daha geniş toplumsal önyargıları ve stereotipleri yansıtıyor. Marar, yanlış değerlendirilmenin nasıl hayal kırıklığı, yabancılaşma ve haksız muamele duygularına yol açabileceğinin altını çiziyor. Ayrıca, daha geniş ölçekte önyargılı ve güvenilmez yargılardan kaynaklanabilecek ayrımcılık ve sosyal adaletsizlik gibi kolektif yanlış yargıların daha geniş sosyal etkilerini de göz ardı etmemek gerekiyor. Yargılarımızın güvenilmezliğini kabul etmek daha fazla empati ve anlayışa yol açabiliyor.
Marar, güvenilmez yargıların etkilerini azaltmak için çeşitli pratik stratejiler öneriyor:
– Aktif Dinleme: Başkalarının bakış açılarını daha iyi anlamak ve önyargılarımızın etkisini azaltmak için aktif dinleme yapmak.
– Kendini Yansıtma: Yargılarımızı nasıl şekillendirdiklerinin daha fazla farkına varmak için kendi önyargılarımız ve varsayımlarımız üzerine düşünmek.
– Farklı Perspektifler Aramak: Başkalarına ilişkin anlayışımızı zorlamak ve genişletmek için aktif olarak farklı bakış açıları aramak.
– İlk İzlenimleri Sorgulamak: İlk izlenimlere karşı temkinli olmak ve yargıya varmadan önce daha fazla bilgi toplamak için zaman ayırmak.
İnsan yargısının doğasında var olan sınırlamaları ve önyargıları tanımak önemlidir. Ancak bu şekilde başkalarına ilişkin daha doğru ve empatik algılar geliştirebiliriz. Marar, yanlış anlamaların dayattığı sınırlamalardan kurtulmak, empati ve açık iletişimi geliştirmek için bilinçli bir çaba gerektiğini savunuyor. Yoksa kendilerine yapılan bu yanlışlar bireyleri kısıtlıyor ve hayal kırıklığı, izolasyon ve kendinden şüphe duyma duygularına yol açıyor, tuzağa düşürülmüş hissi yaratıyor ve kişinin ilişkilere ve sosyal etkileşimlere otantik bir şekilde katılma yeteneğini sınırlıyor.
Yanlış anlamanın kısıtlamalarından kurtulmanın bir şekli de teslimiyeti kutlamaktır. Marar, teslimiyetin (savunmasızlığın) otantik kendini ifade ve anlamlı bağlantı için gerekli olduğunu savunuyor. Ancak bu şekilde başkalarıyla daha derin bir anlayış ve bağlantı için fırsat buluruz.
Marar, yanlış anlama döngüsünden kurtulmada empatinin rolünü vurguluyor. Empati geliştirmek, başkalarının bakış açılarını ve deneyimlerini anlamak için aktif olarak çaba göstermeyi içerir. Bu dinlemeye, soru sormaya, açık ve dürüst bir diyaloğa girmeye istekli olmayı gerektirir.
Açık iletişim bir diğer kilit stratejidir. Marar, etkili iletişim yalnızca kendini açıkça ifade etmeyi değil, aynı zamanda başkalarının bakış açılarına açık olmayı da içerir, diyor. Yanlış anlamaların ele alınıp çözülebileceği bir ortam yaratılmasında şeffaflık, dürüstlük ve aktif dinleme önemlidir. Açık iletişim, bariyerleri yıkıp güven inşa ederek daha özgün ve anlamlı etkileşimlere olanak sağlayabiliyor. Marar, okuyucuları kendi inançları, önyargıları ve iletişim tarzları üzerine düşünmeye teşvik ediyor. Bireyler başkaları tarafından nasıl algılandıklarının, eylemlerinin ve sözlerinin çevrelerindekileri nasıl etkilediğinin farkına vardıkça bu kişisel gelişim sağlıyor. Cesaret, özgürleşme sürecinde hayati bir bileşen olarak vurgulanıyor. Marar, yanlış anlamalarla yüzleşme, toplumsal normlara meydan okumanın ve kişinin gerçek benliğini savunmasının, belirsizliklerle esneklik ve kararlılıkla yüzleşmesiyle ilgilidir, diyor.
Marar, yanlış anlamalardan kurtulmaya yardımcı olmak için birkaç pratik strateji öneriyor:
– Kendini Yansıtma Pratiği: Kişinin kendisini daha iyi anlayabilmesi için düşüncelerini, duygularını ve davranışlarını düzenli olarak gözden geçirmesi iyi olur.
– Dikkatli Dinlemek: Bakış açılarını daha iyi anlamak için başkalarının sözlerine ve sözel olmayan ipuçlarına dikkat etmek lazımdır.
– Açık Diyaloğu Teşvik Etmek: Yanlış anlamaların tartışılabileceği ve açıklığa kavuşturulabileceği dürüst ve açık konuşmalar için güvenli alanlar yaratmak gereklidir.
– Farklı Deneyimler Aramak: Kişinin anlayışını genişletmek ve önyargılarını azaltmak için kendini farklı bakış açılarına ve deneyimlere maruz bırakmak.
– Özgünlüğü Kucaklamak: Yanlış anlaşılmalar karşısında bile kişinin gerçek değerleri ve inançları doğrultusunda yaşamaya gayret etmesidir.
Son Yargılarımız
Ziyad Marar, yerine göre özgürleştirici veya kısıtlayıcı olabilen “son yargılarımız” olarak adlandırdığı, başkaları ve kendimiz hakkında yaptığımız son değerlendirmeleri insanlar, durumlar ve hatta kendimiz hakkında vardığımız kesin sonuçlar olarak tanımlıyor. Bireyler, olumlu veya olumsuz, başkalarının son yargılarını içselleştirdiklerinde, bu onların benlik kavramını ve davranışlarını etkiliyor. Böylece bireyler başkalarının algılarına bağlı kırılgan bir benlik duygusu içinde dış onaylara aşırı bağımlı hale gelebiliyor.
Fakat tam tersi de mümkün. Mesela, nasıl bilinir hale geldiyse, ben dünyanın neresinde, Japonya, Çin, Fransa… bir otele check in yaptırsam namazlık vb aksesuarları hazır ediyorlar. Ben buna bizim tabirimizle “hüsnü zan” diyorum. Heralde birisi hakkında güzel bir önyargı sahibi olmak denebilir buna. Rabbim, Hucurat suresi 12. ve 13. Ayetlerinde bize şöyle buyurur: “Zannın çoğundan sakının, zira zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin suçunu araştırmayın; kimse kimseyi çekiştirmesin; hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Ondan tiksinirsiniz; Allah’tan sakının, şüphesiz Allah tevbeleri daima kabul edendir, acıyandır.” Ayrıca zaten inanışımızda yaşamın ereği olarak, “hüsnü hatime” yani güzel son hedeflenmiştir, vesselam (https://muratulker.com/y/giybet-testi-birini-isirir-misiniz/).
Marar, son yargılarımızı etkileyen çeşitli önyargıları araştırıyor:
– Stereotipleştirme: Bir grup hakkındaki genelleştirilmiş inançları tek tek üyelere uygulama eğilimi, bu da haksız ve yanlış yargılara yol açabilir.
– Çentikleme Önyargısı: Karar verirken karşılaşılan ilk bilgi parçasına büyük ölçüde güvenme eğilimi, bu da sonraki yargıları çarpıtabilir.
– Kendine Hizmet Önyargısı: Başarıları iç faktörlere, başarısızlıkları ise dış faktörlere bağlama eğilimi; bu da kişinin kendi yargısını ve başkalarının yargısını çarpıtabilir.
Marar, son yargılar genellikle kalıcı görünse de, insanların ve durumların dinamik olduğunu ve değişebileceğini kabul etmek önemli, diyor. Katı yargılardan vazgeçerek özgürleşebiliriz. Kesin sonuçlara varma ihtiyacını bir kenara bırakarak daha uyumlu ve şefkatli bir zihniyet geliştirebiliriz. Son yargılardan vazgeçebilmek daha fazla empati, anlayış ve kişisel gelişime yol açabilir.
Marar, son yargıların karmaşıklığını aşmak için birkaç pratik strateji öneriyor:
– Sürekli Öğrenmek: Yargılarımızı zorlayabilecek ve düzeltebilecek yeni bilgi ve deneyimlere açık kalmak.
– Öz Şefkat: Sert öz yargıların olumsuz etkisini azaltmak ve daha sağlıklı bir benlik kavramını teşvik etmek için öz şefkat uygulamak.
– Perspektif Sahibi Olmak: Daha dengeli ve adil yargılar oluşturmak için aktif olarak başkalarının bakış açılarını anlamaya çalışmak.
– Esneklik: İnsanların ve durumların zaman içinde değişebileceğini kabul ederek, yargılama konusunda esnek bir yaklaşım benimsemek.
– Eleştirel Olabilmek: Varolan kendi önyargılarımızı ve varsayımlarımızı belirleyerek bunlara eleştirel düşünme süreci içinde meydan okumak.
Ziyad Marar, yanlış anlaşılmak size acı verse de ve hayatınızı zorlaştırsa da, aslında kişisel gelişim olanaklarınız, artan öz farkındalığı ve otantik bağlantılarınızı teşvik ederek sizi güçlü kılar. Kırılganlığı kabul ederek, empatiyi ve açık iletişimi benimseyerek sosyal yargılamanın karmaşıklığını aşabilir, kendiniz ve başkaları hakkında daha ince ve şefkatli bir anlayış geliştirebilirsiniz. İyi insan olmak öncelikle kendini tanımak ve kendini kontrolle başlıyor yani..