Kemalizmin Vazgeçtikleri-4 “Başörtüsü ve Türk Müziği Yasağı!”

İşte Av, Ömer Faruk Uysal’ın kaleme aldığı “Başörtüsü ve Türk Müziği Yasağı!” başlıklı o yazı;

   Ülkemizde 40 yıla yakın uygulanan başörtüsü yasağı, Atatürk ile ilgisiz bir yasaktır. Atatürkün vefatından çok sonra, kendine Kemalist diyen statüko tarafından kanunsuz ve hukuksuz olarak, fiilen uygulanan bir insan hakkı ihlalidir.

              Şapka Devrimi ile erkeklere şapka takma mecburiyeti geldiği gibi, başörtüsü yasağı ile de kadınlara başını örtme yasağı konmuştur. Kadınlar Avrupalı gibi başlarını açacak,  erkekler Frenk serpuşuyla  kapayacak.

               Atatürk devr-i iktidarında kadın kıyafeti düzenlemesi yapılmamıştır. Mustafa Kemal, bazı konuşmalarında kadınların da Avrupai şapkaları takmaları gerekir, beyanları varsa da, bu konuda ne yasal düzenleme ne de, fiili bir yasak vuku bulamamıştır. Kemalist derin devlet bunu çok sonra kendisi icad etmiş, Gazi paşanın akletmediğini akletmişlerdir!

                Halbuki hiçbir kanun, böyle bir yasağı vazetmemiştir. Hatta, gerek Anap, gerekse Akparti dönemlerinde, “başörtüsü serbesttir” hükmü getirilmiştir. TBMM ve meşru hükümetlerin yasağı engellemeye gücü yetememiştir. De facto (fiilen) kanunsuz ve anayasaya da aykırı bir zulümler silsilesi başlatılmıştır.

                  Anayasa mahkemesi ve Danıştay, münhasıran TBMM ‘ye aid olan yasama (kanun yapma) yetkisini gasbederek, temelsiz,  uyduruk,  hukuka aykırı ve bağlayıcılığı da olmayan içtihatlarda bulunmuştur. Darbe ürünü 1982 Anayasası ve genel hukuk kurallarını açıkça çiğnemişlerdir. Evet bizzat Anayasa mahkemesi, Anayasayı çiğneyip duruyordu! Said Nursi bu durumlar için, cebrikeyfiküfri teşhisi koyar. Halk arasında “Ananı kadı taciz etti, kime şikayet edicen?” durumu!

                    Erdoğan hükumeti ilk başta değil, ama sonra sonra muktedir olmaya başladıkça, fiilen uygulanan bu zulüm fiilen de bitirmiştir. . Hiçbir hukuki düzenleme gerekmemiştir. Olan bu mazlum milletin evlatlarına olmuş, depresyona girenler, okulunu, işini, eşini, tedavisi yapılmadığından hayatını kaybedenler olmuştur. Yazıklar olsun! Şimdi başörtülü hakim, polis, subay, vali, bakan ve first leydi var!

                     Yasaklayanlar ne kazandı, yasak bitince ne kaybettik. Tarih dışı, anokranik, kaldınız. Millete, sosyolojiye yenildiniz. Batılının aklına

 

gelmeyen, ilkel, gayrimedeni, faşizan, hadsizliklerden medet umdunuz.  Hiç utanıp sıkılmadınız. Seçimlere 3 ay kala, Kemalist Kılıçdaroğlu; zaten çözülmüş sorunu, kanunla çözelim diyebildi! Erdoğan; olmuşken anayasal düzenleme yapalım deyince de çarkettiniz.

                       Yıllardır çözülmüş olan meseleye güya çözüm üretiyor! Peki beyefendi, fiili ve derin iktidar sizdeyken, niye yasak kalkmasın diye Anayasa mahkemesi kapılarını aşındırdınız? Utanmadan “başörtüsü bir çaput parçasıdır” dediniz? Sonra Utanmadan başörtüsü sorununu biz çözdük diye rol çalmaya kalkıyorsunuz! Milletten seçim dayakları yiye yiye mecburen tava geliyorsunuz ama iş işten geçmiş, film de bitmiş oluyor. Her konuda ama her konuda!

                           Bugün CHP MYK’sında, vitrinde, elbette göstermelik bir başörtülü kız var. Seçilemeyecek bir yerden de mebus adayı gösterdiniz. Diyelim ki seçildi! Merve Kavakçıya yaptığınız ağır linci yapar mısınız?

                            Ağa ile marabasının yolculuk sırasında birlikte yedikleri haltı biliyorsunuz. Sonra biz bu b..u niye yedik diyorsunuz. Durum tam olarak böyle, Vesayet odakları dağıtılmadan, onların desteğiyle her türlü haksızlığın öncüsü oluyor, sonra da  bigünah rolleri oynuyorsunuz.

                             Müzik devrimi gereği olarak, Türk musikisi eğitimi her sahada 1926’dan 1976’ya kadar tam 50 yıl yasaklanır. Keza 1930’da 9 ay boyunca radyolarda da icrası, yayını, yasaklanır.

                                Halbuki Atatürk Türk musikisini çok sevmekte, Dolmabahçe sarayına çağırdığı fasıl heyetlerini, Safiye Ayla gibi sanatçıları zevkle, bazen iştirak ederek dinlemekteydi. Bilhassa Rumeli havalarını! İnsan pek sevdiği bir şeyi neden herkese yasaklar da,  kendisi dinlemeye devam eder? Atatürk klasik Batı Müziğinden anlamaz ve sevmezdi. Abdülhamid Han ise anlar ve severdi. Geniş bir plak koleksiyonu vardı. Sultan kimseye müzik yasaklamaz ve başka bir müzik dayatmazken; Cumhurbaşkanı milli musikimizi yasaklayıp, Frenk müziğini de dayatıyordu, neden?  Böyle milliyetçilik olur mu?

                                     Modern ve çağdaş olalım diye dayatılan Klasik Batı müziğiydi ve adı üzerinde klasikti, çağdaş ve modern bir müzik değildi. Kiliselerde doğup büyümüş, 5/6 asır öncesinin geleneksel müziğiydi. Sadece aristokratlar ve burjuvalar dinleyebilirdi! Halkın orkestra ve müzikholler tutacak imkanı tabiki yoktu.

                                  Neticeten 9 ay sonra Falih Rıfkı Atay’a “çocuk, bir hata

 

yaptık, düzeltelim” der ve radyolar tekrar Türk musikisi yayınları başlar.  1976′ ya kadar sürse de,  eğitim yasağı da bir şekilde kalkar. Muhtelif Konservatuvarlar açılır, okullarda da öğretilir.

                                   Öyle anlaşılıyor ki, yine Avrupa hayranlığı ve Türk musikisi, saray musikisidir diye yasaklanmıştır. Ancak Klasik Batı müziği de elbette saray müziğidir. Türk musikisi ise halka mal olmuş enis bir müziktir. Ancak Avrupa saraylarına gösterilmeyen tepki, milli saraylara gösterilmiştir. Fakat Gazi Paşa’da Osmanlının Dolmabahçe sarayında bu müziği çok dinliyordu. Milli musiki ve milli saraylara, üstelik sonradan vazgeçeceğiniz bu husumet neden? Mesela Klasik Batı müziği, Klasik Türk Müziği yasaklanmadan, teşvik edilse, önem verilse yetmez miydi?

                                      Türk musikisinin yasaklanması demek, bittabii tasavvuf müziğinin de yasaklanması demekti. O halde Mehteran da serbest olamazdı. 1935’te o’da yasaklandı. Özel müesseselerin dahi açmasına izin verilmedi. Taa ki Menderes, 1952 yılında yeniden açıncaya kadar. Şimdilerde,  Mehteran her yıl, ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Japonya, gibi pek çok ülkede gümbür gümbür ve coşkulu nameleriyle, muzaffer Selçuklu ve Osmanlı ordularımızın zaferlerini hatırlatıyor. Halklar ilgiyle ve coşkuyla dinliyor ve alkışlıyorlar. Ve yıllardır da milli bayramlar gecelerinde, korolar, Atatürk’ün sevdiği şarkıları her seferinde icra ediyorlar. Milli musikimizi yasaklamakla ne kazandık, serbest olunca ne kaybettik? Sürmesi mümkün olmayacak bir yasağı niye koyuyor ve niye vazgeçiyoruz? Bu renkleri, nağmeleri, kadim müktesebatımızı neden kendimize haram ettik. Şimdi tüm dünyada sesimizi duyururken!

                                          Demirel’in dediği gibi, derin devlet zamanında yalnız Kürtlere kötü davranmadı, Türklere de kötü davrandı.Kürtçeyi yasakladı, Türklere de Agop  Martanyanın Türkçesini, Türklerin bilmediği bir Türkçeyi dayattı. Kürtçe türkü ve kasetleri yasaklamakla da kalmadı. Dünyanın iki klasik müziğinden biri olan Türk musikisini de yasakladı. Sünni Türk ile Sünni Kürt arasında ayırımcılıkta pek yapılmamış demek ki?

                                             Nutuk’ta ilk dikkat çeken nokta, Milli mücadele sırasında ve sonrasında herhangi bir nedenle ve herhangi bir ölçüde Gazi’nin emir ve iradesine karşı çıkmış olan istisnasız herkesin, vatan haini, satılmış, özel çıkarlar peşinde koşan, ya da en hafifinden gayrıciddi ve aptal kimseler olarak sunulmalarıdır!

                                               Burada sözü edilenlerin ezici çoğunluğu,

 

ilginçtir ki, Milli Mücadeleye Mustafa Kemal ile birlikte atılmış, ve o mücadelenin en ön saflarında yer almış, ancak bazı konularda farklı görüşlere sahip oldukları için Gazi ile yolları ayrılmış olan insanlardır. Nutuk’un en sert polemikleri, bir yanda başta Rauf bey olmak üzere, Karabekir, Refet bey, Cafer Tayyar ve Nureddin Paşalar ve Celaleddin Arif bey gibi Milli Mücadele kahramanlarıdır.

                                                   Üstelik nutkun söylendiği tarihte bu insanların tümü iktidardan uzaklaştırılmış, birçoğu yurt dışına sürülmüş, ve bazıları idam edilmiş bulunmaktadır. Yani sıcak bir mücadelenin belki bir ölçüde haklı göstereceği bir şiddet ve infial burada söz konusu değildir. Daha çok Gazi’in mütehakkim kişiliğinden gelen bir tahammülsüzlük ağır basmaktadır.

                                                      İzmir Suikastı davasında subaylar mahkemeyi basmasalar,  Karabekir ve diğerleri de asılacaktı! Fakat bu kahramanlar meğerse hain ve satılmış değillermiş. İnönü bunların idam edilmeyenlerini geri çağırmış ve Karabekir paşayı, TBMM başkanlığıyla onurlandırdırmıştır! Acaba Gazi, böyle yapacağını bilseydi İnönü’yü de idam eder miydi?

                                                       Vazgeçilenlerden biri de “Ey bize bu günümüzü sağlayan ulu manitu (pardon Atatürk), kurduğun yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim.” şeklindeki andımızdı! Kimse daha fazla Türk olmadı! İsterseniz DEM’li ortaklarınıza sorun. Bu güzelliği tekrar ihya edeceğiz deyin!

                                                        Vazgeçilenlerin sayısı elbette bunlardan ibaret değil. Biz örnek kabilinden bazılarını sıraladık. Bir sonraki yazıda Kemalist devrimlerin mahiyeti ve iç tutarsızlıklarından söz edeceğiz inşallah.

                                            

Yorum yapın