Oasis sahnelere dönüyor!

Rock gerek müzikal yapısıyla gerekse yaşam biçimi olarak “normal”in sınırlarını zorlayan, baş kaldıran dinamiğe sahip bir müzik kültürü. Toplumsal tabakalaşma, eşitsizlikler, ırkçılık, savaş, sosyal kalıplar ve roller sıyrılması oldukça güç olgularken müzikle alaşağı edilen tanımlar, “makul” olanın zıddı olarak benimsenen yaşam tarzları rock’ın temelindeki sarsıcı gücü gösteriyor. Elektro gitarın, davulun sert sound’ları bu meseleleri eleştirel dille ele alabilecekleri, tepki gösterebilecekleri bir alan yaratıyor. Nitekim 1960’ların, 70’lerin hit grupları The Rolling Stone, The Animals, Pink Floyd, The Beatles, Queen; popüler müziğin apolitik duruşunun dışında derdi olan melodilerin peşinden gittiler. Sadece döneminin değil, geleceğin müziğinin de referansı olacak bu gruplar; söyledikleriyle, anlattıklarıyla müziğin toplumsal etki alanının ne kadar güçlü olabileceğini bize gösterdiler. Bu referans, ilerleyen yıllarda müziğin farklı türlere evrilmeye başlamasıyla kendini farklı veçhelerle yansıtmaya hazırdı. 80’li yıllarda dil ve üslup daha da hırçınlaşırken Metellica, Nirvana, Muse, Green Day, Guns N’ Roses işin bu sert yüzünü şarkılarıyla yansıttılar.

Oasis de 90’lı yıllarda bu referansla ilerleyen, kendine özgü tavrıyla şarkılarını dünyaya duyuran gruplardan biriydi. Kültür endüstrisinin yücelttiği ve yıktığı süreçte Oasis’in parlayışı, sönüşü ve yeniden dirilişi bize pek çok şey anlatıyor: Rock’ın özüne, zirvede oluşun yanıltışına, yeniden canlanmanın umuduna dair… Tekrar bir araya gelme kararlarında bu sürecin izlerine rastlayacak mıyız, bilmiyoruz. Zaten doğuşuyla, gelgitleriyle, duraksama ve tekrar harekete geçmeleriyle bunu ancak Oasis anlatabilir.

Bir efsane doğuyor: Oasis

1991’de Liam Gallagher’ın (vokal ve tef) Paul Arthurs (gitar), Paul McGuigan (bas gitar) ve Tony McCarroll (bateri, perküsyon) ile Manchester’da bir araya gelip The Rain isimli bir grup kurmasıyla başladı her şey. Bir müddet sonra gruba Liam’ın kardeşi Noel Gallagher (gitar ve vokal) dâhil oldu. Böylelikle de Oasis doğdu. Noel’in dokunuşu grubu bambaşka bir evreye götürdü; sesiyle, gitarıyla, yazdığı şarkılarla…

“Definitely Maybe” 1994’te çıkardıkları ilk albümleriydi. Fakat bu ilk albümden ziyade onları öne atan ertesi yıl yaptıkları “What’s the Story” albümü olmuştu. Noel bu çıkışları hakkında yıllar sonra Rolling Stone dergisinde verdiği röportajında şöyle diyecekti: “Definitely Maybe bir müzik grubunda pop star olmayı düşlemek hakkındaydı, What’s the Story ise pop star olmakla alakalı.” Nitekim de öyle oldu, şarkı yerini buldu ve o rock grubu bu albümle dünya çapında sesini duyurmaya başladı. Roll With İt, Wonderwall, Don’t Look Back in Anger şarkıları dünya müzik listelerinde ilk sırada yer alıyordu artık. Some Might Say, Champagne Supernova, Hello şarkıları ise hit statüsüne ulaşmıştı. Yapılan bir anket sonucuna göre o yıl İngiltere’de her dört kişiden biri, Oasis’in bu albümüne sahipti. Popülerliği bu seviyede artınca gerek dinleyiciler gerekse müzik eleştirmeleri tarafından beklentiler elbette ki yükselmişti. 1997’de “Be Here Now” adlı üçüncü albümün bu beklentileri karşılayacağı düşünülüyordu. Fakat pek öyle olmadı, albüm dinleyicileri ikiye ayırmıştı: Bir kısmı albümü çok beğenmişken diğer kısmı önceki albümdeki doyumu yakalayamamıştı.

Başarının zikzaklı hâlinden çıkan harmoni

Be Here Now’un ardından Oasis, 1998’de “The Masterplan” adlı albümü çıkardılar müzik piyasasına. Bu albümün özelliği b-side şarkılardan oluşmasıydı. Yani kasetlerin “B” yüzünde yer alan, hit olması planlanmayan şarkılardan yeni bir albüm yapmışlardı. Bu şarkıları daha önce herhangi bir albümde yayımlamamışlardı fakat tahmin edilenin üzerinde bir ilgiyle karşılaşmışlardı. Nitekim Talk Tonight, Underneath the Sky, The Swamp Song albüm şarkılarından daha fazla ilgi görmüş; dinleyiciyi tavlamıştı. Peki, dinleyici yeni rock starlarına sadık kalacak mıydı? Yeni şeyler denemek istediğinde müziğe bu alanı tanıyacak mıydı? Popüler müziğin alan açmada ikilemde kaldığını, Oasis’in “Standing on the Shoulders of Giants” albümünde görebiliyoruz.

Oasis 1999’da yeni bir plak şirketiyle anlaşmıştı ve grup üyeleri farklı şeyler denemek istiyordu. Grubun kurucu isimlerinden Paul Arthurs ve Paul McGuigan Oasis’ten ayrılmışlardı. Kemik yapıdaki bu değişim, ilerleyen süreçleri de etkileyecek; birçok basçı ve davulcunun grupta devamlılığı sağlanamayacaktı. 2000’de piyasaya sürdükleri bu albümde deneysel bir üslup benimsediler. Gruptaki değişimin de etkisiyle farklı davul döngüleri şarkılarda kullanıldı; elektrikli sitar, mellotron, sentezciler ve geri gitarlarla psikedelik bir etki oluşturuldu. Go Let It Out, Who Feels Love, Gas Panic adlı şarkıları örneğin, yerleşik tarzlarından ayrıştıklarını gösteren melodilerdi. Bu deneyişler maalesef ki döneminde bir karşılık bulamadı, ticari açıdan başarısızlıkla sonuçlandı.

Ayrılığa doğru, dirilişe yakın…

Bu albümün başarısızlığı biraz da Noel’in üzerine yıkılıyordu. Oasis’in hayranları, Noel’in kalemine olan güvenlerini kaybetmekteydiler, şarkı sözlerini artık o kadar etkileyici bulmuyorlardı. Bu sebeple sonraki albüm olan “Heaten Chemistry”deki şarkıların yazımında grubun diğer üyeleri de katkı sundular, özellikle Song Bird şarkısı Liam’ın kaleminden çıkmıştı ve çok sevilmişti. Önceki albüme göre 2002’de çıkan bu albüm, daha sade bir prodüksiyonla piyasaya sürülmüştü. Liam’ın ve diğer grup üyelerinin dokunuşlarının etkileri görülüyor; Oasis’in kendine has müzikal tavrı yine de kendini belli ediyordu.

Başarı ve hayal kırıklıkları arasında dokunan nakışta müzik dünyasında iz bırakmaya, birçok şarkıya imza atmaya devam ettiler. 2004 Definitely Maybe’nin çıkışının 10. yılıydı ve bunun şerefine albüm yeniden yayımlandı. Eski popüler günleri ilerleyen çalışmalarında yakalayamamışlardı. Dolayısıyla gölgesinde kaldıkları eski şaşaalı günleri anmak adına ertesi yıl “Don’t Believe the Truht” albümüyle yeniden stüdyoya girdiler. Lyla ve Importance of Being Idle şarkıları en sevilen şarkılarından oldu. Çalkantılı ve istikrarsız gidişatın ardında grup içi çekişmeler ve anlaşmazlıklar da yatıyordu. 2008’de “The Stock of the Lightning” adlı single piyasaya sürülmesine kısa bir süre kala Noel ile grubun bateristi Zak Starkey arasında sorunlar ayyuka çıkmıştı ve nihayetinde Zak Starkey gruptan ayrılma kararı almıştı. Fakat Oasis içinde yaşanan problemler bu ayrılıkla son bulmamış; iki kardeşin de arası açılmaya başlamıştı. 2009’da Noel, kardeşi Liam ile artık çalışamayacağını söyleyerek grubun dağıldığını ilan etti.

Anlaşmazlığın nedeni genellikle Noel’in çıkışları, buhranları olarak medyaya yansıyordu. Gitaristlerle ve davulcularla sorun yaşıyordu, şarkı sözleri eskisi kadar beğenilmiyordu, kardeşiyle çatışıyordu (2009’daki Paris konserinin sahne arkasında yaşanan kavganın bu çatışmanın son damlası olmuştu). Noel’in uyuşturucu bağımlılığıyla mücadele süreci de eklenince Oasis’in kaderi ayrılığa kadar sürüklendi.

90’lı yılların müzik listelerini alt üst eden, rock müziğin efsanelerinden biri olarak tarihe geçen Oasis; uzun bir müddet sessizliğe bürünmüş, albümleri tozlu raflarda kalakalmıştı. Ta ki 26 Ağustos 2024 tarihine kadar… Liam ve Noel Gallagher kardeşler, X sosyal medya hesaplarından ertesi günü işaret eden “27.08.2024” yazılı bir levha paylaştılar. Levhanın gösterdiği tarih olan günde de bir açıklama geldi: “Silahlar sustu. Yıldızlar hizalandı. Büyük bekleyiş sona erdi. Gelin görün. TV’de yayımlanacak.” Bu gizemli beyan, çok geçmeden açığa kavuştu ve 90’lı yılların rock özlemini içinde taşıyan dinleyicisiyle Oasis’in buluşacağı tarihler ilan edilmeye başlandı. Grup 2025 yazında 14 konser vereceğini duyurdu, biletler de bu duyurunun ardından 31 Ağustos’ta satışa sunuldu. 150-355 sterlin aralığında tutulan bilet fiyatlarına rağmen, efsanevi grubu dinlemek için hayranları bilet bulabilmek adına şimdiden saatlerini harcıyor. 90’ların üzerinden çokça vakit geçmişken yeni Oasis’in müziği; öz itibariyle bize neler söyleyecek, nostaljik bir çabanın ötesine varabilecek mi? Merakla, biraz da umutla bekliyoruz bu sorulara cevap bulmayı.

Yorum yapın