Bir istihbarat, güvenlik ve gizli teknoloji devletinden söz ediyoruz. Doktrini, “önleyici operasyon ve maliyeti göze alınan saldırı” üzerine kurulmuş bir organizasyon bu aslında. Tehlikeli işlerde kendi vatandaşlarını kullanmıyor. Küçük parçalara ayrılmış bilgi ağında, farklı milliyetlerden taşeronları devreye sokuyor. Büyük soğukkanlılık ve acımasızlıkla yok ediciliğini kesintisiz sürdürüyor. Elbette, İsrail’den ve istihbarat örgütü Mossad’dan söz ediyorum. Tahran’da Hamas’ın Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye‘ye düzenlediği suikastın yankıları sürerken, böylesine çetrefil servislere karşı Türkiye’nin güvenli ülke kimliğinin korunmasının ne kadar önemli olduğunu, bunun için büyük özveri gösterildiğini söylüyorum.
Bu vesile ile birkaç noktaya dikkati çekmek istiyorum. Milli İstihbarat Teşkilatı, yakın tarihte İsrail adına casusluk yapan 36 kişilik bir şebekeyi çökertti. Bunların bir kısmı, alacakları ceza göz önünde tutularak adli kontrolle serbest bırakıldı. Ki İsrail gizli servisi adına çalıştıklarına, Mossad’a bilgi sattıklarına kuşku yoktu. Demek oluyor ki deşifre edilen tehdit odakları caydırıcı ceza almalı ve mevzuat buna göre yenilenmeli.
Bir diğer konu da “dedektiflik şirketleri!” Kimseyi zan altında bırakmadan, somut örnekler üzerinden ilerleyecek olursak… İsrail başta olmak üzere pek çok ülke istihbarat servisinin son dönemde Türkiye’deki kimi dedektiflik şirketlerine iş sipariş ettiği anlaşılıyor. Tuhaf olan şu ki… İçişleri Bakanlığı tarafından izin verilmiş bu tarz bir şirket bulunmuyor. Yani, özel dedektiflik yasal zemine oturmuyor. Bunlardan bazıları izleme, dinleme, kayda alma gibi faaliyetlere yönelebiliyor. Kurallı çalıştığını söyleyenleri bile özel hayatın gizliliği, haberleşme özgürlüğü, konut dokunulmazlığı gibi temel hak ve hürriyetler bakımından kritik bir sınırda duruyor. Dedektiflik bürolarının titizlikle takibine dair Emniyet Genel Müdürlüğü’nün yazılı bir emir yayınladığı da biliniyor.
Özetle…
Yılda 60 milyondan fazla insanın ziyaret ettiği Türkiye’de emniyetin de istihbaratın da işi kolay değil. Ülkeleri doğrudan ilgilendiren stratejik dosyaların, şirketlerin, çok mühim kişilerin hedef alınabildiği bu ortamda, yeni kabiliyetler kazanılması ön plana çıkıyor. Kanımca, dedektiflik şirketlerinin de kanuni çerçeveye oturması ve şeffaf denetime tabi olması zaruret arz ediyor.
***
“KARTALIN YÜKSELİŞİ VE DÜŞÜŞÜ”
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan‘ın hemen her uluslararası platformda, bilhassa BM Genel Kurulu’nda bir meydan okuması var. “Daha Adil Bir Dünya Mümkün” veya “Dünya 5’ten Büyüktür” teziyle özetlenebilecek bu büyük sorgulamanın, müesses nizamın aktörlerini rahatsız ettiğine, dünya genelinde ise halklar nezdinde karşılık bulduğuna kuşku yok. Bana göre, bu alanda ciddi bir literatür oluşması gerekiyor ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çıkışları kalıcı ve sürdürülebilir olsun. Bu hususta, İngilizce yayınlanan güncel bir kitaba değinmek istiyorum: “Kartalın Yükselişi ve Düşüşü: Liberal Dünya Düzeninin Bir Değerlendirmesi.”
Yazarı, ABD’nin dünya çapında demokrasiyi yayma ve özgür dünya hedefinin bizzat Amerika’nın uygulamaları yüzünden geçerliliğini yitirdiğini anlatıyor. Orta güçteki ulusların küresel sahnede yukarıya tırmandıklarını vurguluyor. Yükselen güçlerin BM, Dünya Bankası ve IMF gibi küresel organizasyonlarda reform istediğine değiniyor. Çin’in otoriter kapitalizm modelinin liberal sistemi sarstığını açıklıyor. Yeni dünya düzeninin ise mevcut düzene kıyasla daha çok kutuplu, daha kapsayıcı veya daha demokratik olabileceğine değiniyor. Yeni düzenin kaderini jeopolitik gelişmelerin, iç politikaların ve ulusların ortak zemin bulma konusundaki istekliliğin belirleyeceğini analizine ekliyor. Teşekkürler Çağatay Özdemir. İletişim Başkan Yardımcısı görevindeyken, böyle bir esere imza atması kitabı daha değerli kılıyor.