Yeni Şafak yazarı İhsan Aktaş, Devlet Bahçeli’nin Türkiye’nin milliyetçi lideri olarak üniter devleti savunduğunu kaleme aldı. Bahçeli’nin “Kürt-Türk kardeşliği” vurgusunun tarihi bir öneme sahip olduğunu belirten Aktaş, üniter devletin korunması için atılan adımların Türkiye’nin bütünlüğü için kritik olduğunu vurguladı. Bu duruşun siyasi anlamda bir dönüm noktası olduğunu ifade eden Aktaş, Bahçeli’nin milliyetçi siyasetin temelini sağlamlaştırdığına dikkat çekti. İşte İhsan Aktaş’ın yazısı:
“Yaklaşık bir ay önce, GENAR Türkiye Raporu yorumcusu olan akademik kadroyla bir müzakere esnasında, Devlet Bahçeli’nin Türkiye’deki milliyetçiler adına “üniter devlet ve Kürt meselesi” konusunda son şans olduğunu dile getirmiştim. Bu kadar hassas ve derin bir meselede, milliyetçi cephede Bahçeli dışında hiçbir lider bu kadar cesaretli bir duruş sergileyemez.
Çözüm süreci ilan edildiğinde, bir canlı yayında tartışıyorduk. Türkiye siyasetini ve sosyolojisini yüzeysel bir bakışla değerlendiren Kemalist bir yazar şu ifadeyi kullandı: “Erdoğan tehlikeli bir iş yaptı; MHP ve CHP’nin karşı çıkmasıyla bu süreç AK Parti’nin aleyhine işleyecek ve oyları %25’lere düşecek”. Ben de büyük liderlerin başat özelliğinin “lider bir vizyon ortaya koyar ve kitlesini bu vizyona inandırır” olduğunu söyledim. O an medyada CHP adına konuşmalar yapan bağımsız gazeteci bir beyefendi yüzünü ekşiterek, “Erdoğan mı büyük lider?” diye tepki gösterdi.
Çözüm sürecine taraftar olanlar olduğu gibi, karşı görüş sahipleri de vardı. Benim kanaatim, bu kadar badirenin ardından bugün hâlâ bir üniter devlet çatısı altında yaşıyorsak, çözüm sürecinin bu durumda büyük pay sahibi olduğudur.
Çözüm sürecinin zorlukları vardı. Erdoğan’ın güçlü iradesine rağmen, FETÖ’cüler, eski devlet refleksiyle hareket edenler, karşı duran partiler, ABD ve İran, doğrudan PKK ve FETÖ-ABD tarafından devşirilen genç HDP
“Don Kişot”ları bu süreci sabote ettiler.
Süreci sabote edenler, “çukur” eylemlerinin ortaya çıkardığı korkunç bilançodan sonra bölge halkı tarafından cezalandırıldı. Çözüm sürecinin bitirilmesi, Suriye’de örgütün doğrudan ABD’nin emrine girmesi, çukur eylemleri için PKK’nın halka zorla baskı yaparak milletin evlerini mevzi olarak kullanması… Bunların hepsi, özellikle fakir fukara çocuklarını öleceklerini bile bile ateşe atmaları gibi acı olaylarla yaşandı.
Bütün bu hataların ardından, bölge halkı ve hatta HDP’ye oy veren seçmenler PKK’nın hiçbir eylem çağrısına cevap vermedi ve uzun süre HDP mitinglerine katılmadı. Bu, bölge halkının olup biten aymazlıklara olan tepkisiydi.
Cumhuriyet Halk Partililerin kalıcı bir politika üretme kabiliyetinin olmadığını ve ezber politik söylemler dışında yeni bir adım atmadıklarını biliyoruz. Ayrıca, DEM Partisi’nin politika geliştirme yetkisinin olmadığının farkındayız.
Küresel riskler göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye’nin geleceği için en hayati adımları yine Cumhur İttifakı atacak gibi görünüyor. Bağımsız politika üretme kabiliyeti, Batı paradigmasından ve terör örgütlerinden bağımsız olan, demokratik anlamda halka dayalı olan sivil siyaseti benimseyen partiler tarafından gerçekleştirilebilir.
Bahçeli’nin açıklamaları, Türk devletinin ve Cumhur İttifakı’nın siyaset geliştirme kapasitesinin göstergesi olarak, oldukça iyi düşünülmüş ve siyasal derinlik içeren açıklamalardır. Küresel riskler konusunda Sayın Cumhurbaşkanımızın yapmış olduğu açıklamaların bir sonuca varacağını, Devlet Bahçeli’nin DEM Partililerle el sıkıştığı gün işaret etmiştir.
PKK hakkında bir analiz yapacak olursak, dört ayrı PKK temsilinden bahsedebiliriz: Kandil, Avrupa PKK’sı, Suriye’de YPG ve Türkiye’de siyasi parti olarak var olan DEM. Her birinin yöneticileri farklı olmakla birlikte, sembolik olarak bütün gösterilerde Öcalan sembolleriyle arz-ı endam ediyorlar.
Devlet Bahçeli açıklama yaptıktan sonra, bu yapılardan hangisinin nasıl bir refleks göstereceği merak ediliyordu. İlk açıklama Selahattin Demirtaş’tan geldi ki kendisi, yerel seçimlerde örgüt tarafından saf dışı bırakılmıştı. DEM Parti mensupları şaşkınlıklarını atamadan, Bahçeli o kadar radikal bir adım attı ki politika geliştirme deneyimi olmayan bir parti için bu şaşkınlıktan kurtulmak oldukça zor bir mesele haline geldi.
Suriye’deki PKK yapılanması doğrudan ABD’nin kontrolünde ve kanaatim odur ki, bölge halkı bu gönüllü köleliği çok da hazmetmiş değil.
TBMM açılış konuşmasında başlayan iç kalenin tahkimi konusu nasıl bir yöne evrilecek? Üçüncü Dünya Savaşı tehlikesinin kendini ağır bir şekilde hissettirdiği bir dönemde, üniter devlet yapısının korunması, bu fırtınalı günlere milletimizin iç bütünlüğünü koruyarak girmesinin ne denli stratejik olduğunun herkes farkında.
Türkiye topraklarında terör örgütünün bir kabiliyeti kalmadığının herkes farkında; DEM Partisi’nin TUSAŞ’a yapılan terör eylemini kınaması, Selahattin Demirtaş’ın açıklamaya destek çıkması, Öcalan’ın yeğeni Ömer Öcalan’ın “terörü teorik ve pratik anlamda bitirecek güçteyim” açıklaması, meselenin arka planının derinlikli bir şekilde çalışıldığını gösteriyor. Elbette ki sorunlar bir çırpıda çözüme kavuşmaz, fakat Türkiye düşmanlarının elinden büyükçe bir koz alınabilir.
Cumhur İttifakı, Cumhuriyet’i demokratikleştirdi. Güvenlikçi politika ezberinin dışında, ülkenin bütün illerini güvenli hale getirdi; bu anlamda İzmir ile Diyarbakır’ı eşitledi. Bugüne kadar Kürt meselesi ya da bölge konuşulurken geri kalmışlık tartışmaların merkezinde olurdu. AK Parti’nin kalkınmacılığı sayesinde bu konu, muhalifler tarafından dile getirilmeyecek kadar geliştirildi. Çözüm sürecinde atılan adımların hiçbirisinden Cumhur İttifakı ortaklığından sonra geri adım atılmadı.
Cumhur İttifakı, bu milletin asıl düşmanının emperyalistler olduğunu biliyor; tarih boyunca onlarla boy ölçüşmüşüz. Küresel meseleleri okumaktan uzak, iç meseleleri kaşıyarak siyaset yapanların cüceliğini bu millet görecektir.
AK Parti, MHP, CHP, DEM Partisi’nden gelen açıklamalara bakıldığında, toplumun önemli bir kesiminin meseleye olumlu bir tutum içinde olacağı öngörülüyor. Bu süreçten menfaat devşirme hesabı yapan marjinal partiler daha da marjinalleşir. Bahçeli’nin şu sözü, emperyalist emellere meydan okur gibi: “Kürt’ü sevmeyen Türk olamaz, Türk’ü sevmeyen Kürt olamaz”.
Bu cümleden ancak Türkiye düşmanları rahatsız olur.”